T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

5 Haziran 2021 Cumartesi

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlığa büyük hizmetler verdiği gibi kimi zaman da insanlığın felaketine sebep olmuştur. İyi ya da kötü sonuçları bir kenara bırakıldığında bilimsel araştırmaların geçmişten gelen bir süreç olduğu görülmektedir. Başka bir değişle, tekerleğin icadından bugün elektrikli otomobillere varan bilimsel gelişim, çağlar boyunca uzanan bir zincir araştırma birikiminin ürünüdür.

Bir birikim şeklinde devam eden bilimsel araştırmalar, çağımızın en büyük ilerlemesi olan ‘dijitalleşme’ ile küresel bir boyuta kolaylıkla ulaşmıştır. Yapılan araştırmaların incelenmesi, saklanması, kaydedilmesi ve bulunması açısından önceki yüzyıllara göre büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Pek tabi bu durum 21. yüzyılın en önemli gücünün ‘bilgi’ olması ile de ilgilidir. Bundan önceki yüzyıllarda kas gücüne yapılan yatırım, günümüzde artık bilgiye yapılmaktadır.

Bilgiye yani bilimsel araştırmalara ulaşmanın kolaylığı, araştırıcı açısından olumlu olsa da bilinçsiz ya da kötü niyetli araştırmacıların da yanlış yollara başvurmasına sebep olmaktadır. İşte burada bilimsel araştırmalarda neyin yanlış neyin doğru olduğu noktasında bilimsel etik devreye girmektedir. Çalışmada bilimsel etiğin ne olduğu, ihlallerin türleri ve nedenleri üzerinde durulacaktır.

Kavramlar

Bilimsel araştırmalarda etik problemleri incelemeden önce bazı kavramlar üzerinde durulması gerekmektedir.

Bilim, evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgidir.[1] Bilim, mantıksal temellere dayanmalı, olayların birden fazla nedeni olabileceğini göz önünde bulundurmalı, genelleyici olmalı, kesinlik taşımalı, ispatlanabilir verilerden oluşmalı, sonuçları herkes için aynı olmalı ve sürekli kendini geliştirme eğiliminde olmalıdır.[2]

Araştırma, bilim ve sanatla ilgili yapılan yöntemli çalışmadır.[3] Bu iki tanımdan hareketle bilimsel araştırmayı, toplumsal anlamda etkili olan bir konunun sistematik bir biçimde, güvenilir veri kaynaklarından toplanan verilerle detaylı bir şekilde incelenmesi süreci olarak tanımlamak mümkündür.[4]

Etik, çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması ve kaçınması gereken davranışlar bütünüdür.[5]

Bilimsel araştırma nezdinde etik, araştırmadan bağımsız olarak düşünülemeyecektir. Nicel ve nitel veri toplama yöntemleri ile elde edilen verilerin toplanması, analizi, sonuç çıkarılması gibi bütün aşamalarda etik unsuru önemli bir yer edinmektedir.

Büyüköztürk’e göre bilimsel araştırmaların dürüst bir şekilde, verileri dikkatli ve düzenli olarak kaydederek, açık ve anlaşılır bir biçimde, özgür düşünceyle (eski yayınlara saygı çerçevesinde eleştiri yapabilme), eğitimci/akademisyen olmanın sorumluluğunu taşıyarak ve topluma karşı görevlerini yerine getirerek, iyi niyet ve saygı çerçevesinde ve yasal süreçlere uygun bir biçimde yapılması gerektiğini söylemektedir.[6]

Bilimsel Araştırma Etiğinin Tarihsel Gelişimi

Bilimsel araştırma etiğinin ortaya çıkması Nuremberg kodlarına kadar uzanmaktadır. Araştırma etiği ile ilgili davranışlar, Nazi Almanyası’nda gerçekleştirilen bilimsel araştırmalarda gerçekleştirilen eylemler neticesinde ortaya çıkmıştır. Nuremberg Kodu, 1947 yılında medikal bir araştırma için gerçekleştirilmiş olup  aşağıda açıklanacak kodları ihtiva etmektedir.

Yapılacak araştırmanın :

1-      Gönül rızasına dayalı olarak yapılması

2-      Acı vermeden yapılmaya çalışılması

3-      Ölümcül ve sakat bırakabilecek kazalardan kaçınılması

4-      Zarar verebilme ihtimalinde iptal edilmesi

5-      Nitelikli insanlar tarafından yürütülmesi

6-      Sonuçların toplumun iyiliği için yapılmasını sağlanması

Ölçütlerini içermektedir. Bu kodları 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi ve 1964 Helsinki Antlaşması takip etmiştir. Bahsi geçen 3 bildirge de Nazi Almanyası döneminde (1933-1945) yapılan araştırmalarda deneklere yapılan insan haklarına aykırı fiillerin önlenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu bildirgelerden sonra çeşitli ülkeler ve kurumlar da ulusal ve uluslar arası düzlemde mevzuatlarını bu yönde geliştirmişlerdir.

Bilimsel Araştırmada Etik İhlaller

Etik, bilim dallarının yaptığı gibi belirli bir gerçekliği tanıtmak yerine, bir idealin teorisini ortaya koymaktadır.[7] Gündelik kullanımda ahlak ile karıştırılan etik kavramı insan ilişkilerinin temelinde yer alan değerleri, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış gibi nitelikler doğrultusunda ortaya koyan felsefe dalıdır. Etik teorik olarak bir ideal sunmakta olduğundan normatif bir özellik barındırmaktadır. Etik davranışlar adı geçen bu ideale ulaşmanın yolları olarak belirtilebilir. Bilim etiği, bilim dünyasındaki doğru ve yanlış davranışlar olarak ifade edilebilmektedir. İyi-kötü, doğru-yanlış gibi ayrımlar ekseninde şekillenen bilim etiği, birtakım “yapacaksın/yapmayacaksın”lardan oluşan bir nitelik taşımaktadır.

Etik İhlallerin Türleri

İntihal

İntihal, başka kişilere ait buluş, düşünce ve yayınların, kişinin kendi çalışmasında kaynak belirtmeksizin kullanılmasıdır. En sık karşılaşılan etik ihlal örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Etik ihlali birçok türü olmakla birlikte akademik camiada en çok karşılaşılan iki örneği ; Kaynak göstermeden alıntı yaparak ileri sürülen kavram, kuram veya düşünceyi kendine mâl etme ve kaynak gösterilse de etik ihlali sayılacak ölçüde alıntı yapmadır.[8]

Özenç Uçak & Birinci, intihalleri kaynak gösterilerek yapılan (dipnotun unutulması, kasıtsız olarak yanlış kaynak gösterilmesi, kaynağın belirli kısımlarında atıf yapılım kalan kısmın kendisine aitmiş gibi gösterilmesi vb.) ve kaynak gösterilmeden yapılan (tüm bilginin başka kaynaktan birebir alınması, farklı birçok kaynaktan toplanan bilginin kendisine aitmiş gibi sunulması vb.) intihaller olarak iki grupta incelemiştir.[9]

Yinelenen Yayın

Yinelenen Yayın, gerçekleştirilen bilimsel çalışmanın birden fazla yayın platformunda yayınlanmasıdır. Bu etik ihlali birkaç farklı şekilde ortaya çıkabilmektedir. Bazı durumlarda araştırmacılar, yayınladıkları bir araştırmada yaptığı değişiklikler ile başka bir yayın organlarında yeni bir araştırma gibi yayınlama yoluna gitmektedirler. Bazı durumlarda ise araştırmacılar, aynı araştırmayı birkaç parçaya ayırarak (dilimleme) farklı yayın organlarında yayınlama yoluna giderek bu tür bir ihlale yol açmaktadırlar.[10]

Sahtecilik

Sahtecilik, araştırmada verilerin kasıtlı olarak arzu edilen yönde değiştirilmesi, yanıltarak sunulması ve ya ihmal edilmemesi gereken verilerin gereksiz bir veri gibi ihmal edilerek paylaşılmaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ortada herhangi bir bilimsel veri yokken, masa başında yazılan verilerin, bilimsel bir araştırma, bir deney ürünü gibi gösterilmesi durumudur.[11]

Fen bilimleri alanında bilimsel verilere gösterilen hassasiyeti sosyal bilimlerde de uygulayabilmek oldukça zor olmaktadır. Örneğin “Sayısal Analiz” alanında yapılan çalışmalarda, rakamsal değerlerde virgülden sonra beş basamağa kadar yuvarlama yapmaksızın hesaplamalar yapılmaktadır. Benzer bir hassasiyeti sosyal bilimler alanında ortaya koyabilmek mümkün olamamaktadır. Bu nedenle de özellikle sosyal bilimler alanında yapılan bazı çalışmalarda verilerin maniple edilmesi söz konusu olabilmektedir. Bilimsel çalışmalardan elde edilen verileri maksatlı bir şekilde değişikliğe uğratma durumu ortaya çıkabilmektedir. Böylesi durumlarda araştırmacılar, mevcut veriler içinden kendilerine göre uygun olduğunu düşündüklerini kullanmakta, uygun olmadığını düşündüklerini ise elimine edebilmektedirler.[12]

Çarpıtma

Çarpıtma ya da saptırma olarak ifade edilen bu etik dışı davranış, kullanılmamış bir yöntemin çalışma içerisinde kullanılmış gibi gösterilmesi, bilgilere ekleme/çıkarma yapılarak mevcut amacından saptırılması, başkalarına ait olan çalışmalarda yer alan bilgiler üzerinde değişiklik yaparak kendine ait bir çalışmaymış gibi gösterilmesi durumu anlamına gelmektedir.

Hayali Yazarlık

Haksız yazarlık “yapılan bilimsel araştırmaya yönelik hiçbir çalışması, katkısı, emeği olmayan kişilerin isimlerinin o çalışmayı/araştırmayı yapan kişilerle birlikte yer alması durumu” şeklinde tanımlanabilir.[13] Hayali yazarlık çeşitli görünümlerde ortaya çıkabilmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse : Para karşılığı araştırman kadrosunda yer alma, atıfların taraflı yapılması, yayınlanacak olan çalışmanın kalitesine bakılmaksızın çıkar ilişkisi doğrultusunda yayınlanması gibi.

Etik Problemlerin Nedenleri

Alanında yapılan araştırmaları göstermektedir ki etik dışı davranışların nedenlerine ilişkin genel olarak kabul edilen nedenler bulunmaktadır. Etik dışı davranışlar bireysel özelliklerden kaynaklanabileceği gibi, toplumun yapısı, değerler ve ekonomik nedenlerden de kaynaklanabilir. Bu konuda farklı kesimlerde farklı nedenlerle etik dışı davranışlar olduğu bilinmekte, nedenler konusunda benzer açıklamalar yapılmaktadır. TÜBA'nın (2002) hazırlamış olduğu raporda bilimde etik dışı davranışların nedenleri dört başlık altında toplanmaktadır. Bunlardan ilki eğitim eksikliğidir. Bireylere akademik yaşamlarında özellikle ilk yıllarında bilimsel araştırma eğitiminin ve disiplininin yeterince verilmemesi bu gibi davranışların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. İkinci etken kişilerin karakterleri ile açıklanabilecek unsurları içermektedir. Bireylerin bir an önce akademik unvan olarak yükselme, ün kazanma arzuları ve hırsları sebebiyle uydurma ve aşırma yapmaları bu grup içinde değerlendirilmektedir. Bu tür davranışların özellikle bilim kültürü ve araştırma etiği normlarının yeterince öğrenilmediği ve kemikleşmediği toplumlarda ortaya çıkma olanağı bulduğu raporda ayrıca belirtilmektedir. Üçüncü etken bilimsel saygınlıkta niceliğin niteliğin önüne geçmesi olarak tanımlanabilir. Fazla sayıda yayın yapma ile bilimsel saygınlığın artacağı yanılgısı olarak açıklanan bu durum özellikle son yıllarda üniversitelerde yayın sayısının akademik yükseltmelerde ölçüt olması ile aynı araştırmayı parçalar halinde farklı yerlerde yayımlamak gibi davranışların artmasına neden olmaktadır. Son etken ise mali nedenler içinde gruplandırabileceğimiz burs, proje veya sanayi desteğinin kaybedileceği düşüncesi ile yapılan etik dışı davranışları kapsamaktadır.[14] Aşağıda bu nedenler genel hatlarıyla incelenecektir.

Bilgi ve Donanım Eksikliği

Bilimsel etik ihlallerinin en önemli nedenlerinden biri, etik kurallar hakkında gerekli bilgilere sahip olunmamasıdır. Bu eksiklik bireysel ve kurumsal düzeyde ortaya çıkmaktadır. Araştırmanın bilgi eksikliğinden dolayı intihali yanlış değerlendirilmekte ya da atıf yapma konusunda bilgi eksikliği nedeniyle geçersiz bir atıfta bulunmaktadır.

İnternet ortamında ulaşılan bilginin kamuya ait olduğunu yönelik yanılgıdan hareketle bu bilgilerin kaynak gösterilmeden kullanılmasına yol açmakta ve etik bir probleme neden olmaktadır.

Yabancı dil eksikliği de etik konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklanan problemlere neden olmaktadır. Bilimsel araştırma yapacak olan bilimci, yabancı dil yeterliliğine sahip olmadığı takdirde başka birinin yeterliliğinden faydalanarak yabancı kaynaklarda araştırma yapmaya çalışabilmekte, bu durum da etik ihlali yapmasına sebep olabilmektedir.[15]

Kaynağa Birebir Bağlı Kalma

Bilgi ve donanım konusu ile de bağlantılı olarak, araştırma konusu hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan araştırmacılar kendilerini ,erişmiş oldukları kaynaklara birebir bağlı kalma gereksinimi içinde hissedebilmekte ve bu doğrultuda davranış sergileyebilmektedirler. Kaynak gösterme gerekliliği açısından gerekli bilgiye sahip olmayan araştırmacı, alıntı yaptığı metinde ifade edilen hususları, kendi özgün cümlelerine dönüştürmeyi yeterince gerçekleştiremediği için bireysel güven eksikliği içinde bulunabilmektedirler.[16]

Araştırma Konularının Özgün Olmaması

Bir araştırmanın yapacağı bilimsel araştırmada daha önce aynısı ve ya benzerleri ortaya konulmuş bir araştırma ise, o araştırmada etik problemlerin ortaya çıkacağı sonucuna kolaylıkla varılabilmektedir. Araştırmacı, kaynak taraması yaptığında, çalışma konusuna yakın alanlarda yapılan araştırmaları görmekte, mevcutta yapılmış araştırmalar olduğundan daha az vakit harcamak istediği ve fazla emek harcamak istemediği içinde etik ihlali yapabilmektedir.

Bilimsel araştırmalar için gerek şart olan öncül çalışmalara müracaat edilmesi hususu, yüzyıllardır bilinen bir gerçekliktir. Hali hazırda bilimsel literatüre girmiş olanı araştırmak ve bilmek önemli olmakla birlikte, var olanı geliştirip yeniden üretmek suretiyle katkı yapmak gerekliliği yüzyıllardır çeşitli şekillerde ifade edilmektedir.[17]

Bilimsel Çalışma İçin Yeterince Zaman ve Kaynak Ayrılmaması

Bilimsel araştırma yöntemleri olan nicel ve nitel araştırma yöntemleri incelendiğinde görülecektir ki bilimsel olarak yapılan bir çalışmada bolca zaman ve kaynak ayrılması gerekmektedir. Birçok araştırmacının araştırma faaliyeti sırasında çalışmasına yeterince katkı vermediği rahatlıkla görülmektedir. Araştırmanların yanı sıra, araştırmanları denetleyen ve onlara yol gösteren akademik danışmanlar da yeterince zaman ayırmadığından etik problemleri olan çalışmaların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Etik ihlalinin yapıldığı tespit edilmesi durumunda, birçok araştırmacı zaman kısıtını mazeret olarak öne sürebilmektedir fakat bu veya farklı türden diğer hiçbir mazeretin, etik ihlalini ortadan kaldırması mümkün olmamaktadır.[18] Hal böyle iken özellikle bilimsel araştırmaya başlamadan önce, araştırmacının zaman ve kaynak ayırması konusunda kendisini bir öz değerlendirmeye tabi tutması gerekmektedir.

Nitelik Yerine Niceliğe Önem Verilmesi

Bilim dünyasında araştırmanın yapmış olduğu çalışmalar değerlendirilirken niteliğe değil niceliğe göre değerlendirilmektedir. Örneğin bazı araştırma programlarına ya da akademik kurumlara kabullerde yayınlanan makale sayısı önem arz etmektedir. Ancak makalelerin içeriğine yönelik özel kıstaslar aranmamaktadır. Bu durum, bilim insanı açısından nitelikten çok niceliğe önem vermeye ve etik kuralları ihlal etmeye neden olabilmektedir.[19]

Diğer Nedenler

Bilimsel araştırmalarda etik problemlere yukarıda sayılanlar dışında birçok örnek verilebilir. Eğitim sisteminin yetersizliği, araştırmacının karakteristik özellikleri ve yaptırımların yetersizliği gibi nedenler de etik problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Etik Problemlere Çözüm Önerileri

Bilimsel ve akademik hırsızlığı önlemek için ülkeler farklı şekillerde önlemler alabilmektedir. Etik kurul olarak adlandırılan kurumlar bu amaçla faaliyet yürüten kurumlardır ve bilimsel hırsızlığa/sahteciliğe yönelik standartlarla çalışırlar. Çin’de “Bilim ve Ahlak Komitesi”nin kurulması, Amerika’da üniversite öğrencilerine etik ihlallere karşı “Ahlak Sözleşmesi” imzalatılması, yine Amerika’da bazı üniversitelerde özel bir birimin kurulması bu alanda alınan önlemlere örnek gösterilebilir.[20]

Türkiye’de ise Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bünyesinde kurulan “Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu” ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) bünyesinde kurulan “Bilim Etiği Kurulu” etik ihlaline karşı faaliyet sürdürmektedir.

Etik dışı davranışların önlenmesi ve azaltılarak minimuma indirgenmesi sağlıklı bilimsel çalışmalar üretilebilmesi açısından elzemdir. TÜBA, 2002 yılında yayınladığı raporda etik dışı davranışların önlenmesine yönelik yapılması gerekenleri şu şekilde sıralamıştır:

1.      Etik ihlallerinin sınıflandırması doğru yapılmalı ve doğru şekilde değerlendirilmelidir.

2.      Etik dışı davranışın kastlı mı yoksa farkında olmadan mı yapıldığı, mevcut durumda bir “kötü niyet”in var olup olmadığı belirlenmeli ve gerekli düzeltmeler (yayını geri çekme veya aynı yayın organında çalışmanın düzenlenmiş halini tekrar yayınlama) yapılmalıdır.

3.      Yapılan bilimsel çalışma, yayın veya araştırmaya yönelik şikâyette bulunan kişi ile hakkında şikâyette bulunulan kişi arasındaki çatışmalara engel olmak açısından, iki tarafın da hakları gözetilerek çözüme ulaşılmaya çalışılmalıdır.

4.      Etik dışı davranışa yönelik araştırmalar gizlilik içinde sürdürülmelidir.

5.      Etik ihlal tespit edildiğinde soruşturma yapılan ihlalin boyutuna göre, yasal sürecine uygun şekilde yürütülmelidir.

Bilimsel çalışmaların yapıldığı üniversitelerin özerk kuruluşlar olarak, birçok konuya olduğu gibi bilimsel etik kurallarına da bakış açıları kendi aralarında farlılık göstermektedir. Haliyle etik kurallar arasında birliğin sağlanması için üst kurumlar tarafından düzenlenen geçerli, belirsizlik içermeyen ve bilimsel çalışmalarda uyulması gereken standart uygulamaları içeren bir etik kurallar dokümanının hazırlamasını gerekli kılmaktadır.[21]

Lisans düzeyinde eğitimden itibaren, lisans eğitimi alan öğrencilerin bilimsel araştırmaya başladığı kabul edilerek bilimsel araştırmalar konusunda eğitim almaları sağlandığı takdirde yapılacak olan araştırmalarda etik problemlere daha az rastlanacağı kabul edilmektedir.

Etik ihlali gerçekleştiren araştırmanların yanı sıra danışman ve jüri üyelerinin çalışma alanında yetkin olmaması durumunda, yürütülen araştırmalardaki bilimsel etik ihlali sorunsalı daha da artabilmektedir. Danışmanlık veya jürilik konusunda alan uzmanı olması şartının aranması, bilimsel çalışmaların hem etkinlikle hem de etik ihlallerini azaltma potansiyelini taşımaktadır.[22]

Günümüz teknolojisinin sağladığı kolaylıklar, birçok alanda kullanılmaktadır. Teknolojik olanakların bilimsel etik ihlallerine yönelik olarak da etkin bir şekilde kullanımı hassasiyetle gündeme getirilmelidir. Bilimsel etik ihlallerini belirleyen yazılımların güncel versiyonlarının kullanımı sayesinde ihlallerin tespit edilmesinin kolaylaştırılması, bu alandaki caydırıcılığın artırabilmesi mümkün gözükmektedir.[23]

Sonuç

Bilim ilk olarak Platon ve Aristoteles tarafından sistemli, örgütlü bir bilgi kütlesi olarak düşünülmüştür. Bu düşünürler yalnız bir olguyu bilmenin, doğru inançlara sahip olmanın yeterli olmadığını, yanılgıdan korunmak için inançların nedenlerini ve niçin doğru olduklarının da bilinmesi gerektiğini görmüşlerdir.[24]

Çalışmanın girişinde de ifade edildiği üzere bilim, tekerleğin icadından elektrikli otomobillere varan bir birikim ve ilerlemenin ta kendisidir. Bilim insanları, geçmişten günümüze kadar insanlığa hizmet etmek amacıyla çalışmalarını sürdürmüştür.

Günümüzün teknolojik imkanları ile bilimsel araştırmalara ulaşmak fazlasıyla kolay hale gelmiştir. Bu kolaylık kimi zaman araştırmacıların faydasına olsa da kimi zaman bilimsel etiğe aykırı davranışların oluşmasına ve etik problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Gerek ulusal gerekse uluslar arası kurum ve kuruluşlar, bilimsel etik problemleri üzerine çalışmalarda bulunmuştur. Dijitalleşme çağında araştırmanların bilimsel etik problemlere sebep olacak davranışlar da çeşitlenerek artmaktadır. İntihal, dilimleme, hayali yazarlık, sahtecilik gibi birçok etik problemle karşılaşılmaktadır.

Etik problemlerin tespiti ile yetinmek sorunun çözümü için yeterli değildir. Bilimsel araştırma yapan kişileri, etik ihlallere yönlendiren sebeplerin de irdelenmesi bir o kadar elzemdir. Sonuçta nedenlerin ortadan kalkması sonuçların da doğal olarak ortadan kalması anlamına gelmektedir. Yapılan araştırmalarda ; bilgi ve donanım eksikliği, eğitimsizlik, niceliğin nitelikten üstün görülmesi ve ekonomik kaygılar gibi nedenler araştırmacıları bilimsel araştırmalarda etik dışı davranışlara sevk etmektedir.

Tespit edilen nedenlere bağlı olarak gerek ulusal gerek uluslar arası kurum ve kuruşlar tarafından çözüm önerileri geliştirilmektedir. Araştırmacıların eğitilmesi, araştırmacıların danışmanlarının alanında yetkin olması, cezaların caydırıcılığı gibi birçok çözüm önerisi etik problemlerin önüne geçilmesi açısından uygulanmaktadır ve istenilen seviyeye gelmek adına uygulanmanın geliştirilmesi de gerekmektedir.



[1] www.sözlük.gov.tr

[2] Sümbüloğlu, Sağlık Bilimlerinde Araştırma Yöntemleri, Hatipoğlu Yayınevi, Ankara 2016, sf.2-3

[3] www.sözlük.gov.tr

[4] Hasan Uğurlu, Bilimsel Araştırmalarda Etik, Ahi Evran Akademi Sosyal Bilimler Dergisi C.1 S.1, sf. 69

[5] www.sözlük.gov.tr

[6] Büyüköztürk, Ş., Kılıç Çakmak, E., Akgün, Ö. E., Karadeniz, Ş., & Demirel, Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Pegem Akademi, 2016, sf. 73

[7] Topçu, N. ,Felsefe, Dergah Yayınları, s. 87

[8] Uğur Keskin, Bilimsel Etik İhlallerinin Kökenine İlişkin Bir Değerlendirme, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2017 10/4, s.659

[9] Uçak & Birinci, Bilimsel Etik ve İntihal, Türk Kütüphaneciliği Dergisi, 2008, sf. 191-192

[10] Uğur Keskin, a.g.e., s.659

[11] [11] Hasan Uğurlu, a.g.e., sf. 72

[12] Uğur Keskin, a.g.e., s.659

[13] Padem, H., Göksu, A., & Konaklı, Z. (2012). Araştırma Yöntemleri. Üsküp: IBU publication, s.136-137

[14] Uçak & Birinci, a.g.e., sf. 192

[15] Atalay, A. (2011). Bilimsel Araştırmalarda Etik Kural İhlalleri ile İlgili Görüşler, sf.8, http://www.adnanatalay.com/bilimseletikkurallariveihlalleri.html. Erişim tarihi: 10.03.2016.

[16] Uğur Keskin, a.g.e., s.662

[17] Keskin, Yönetim Felsefesi, Değişim Yayınları, 2012, sf. 229

[18] Uğur Keskin, a.g.e., s.665

[19] Toplu, Bilim Etiği: İnternetin Bilim Etiği Üzerindeki Etkileri, Türk Kütüphaneciliği 26, 4 (2012), sf. 667

[20] Uçak & Birinci, a.g.e., sf. 195

[21] Uğur Keskin, a.g.e., sf.667-668

[22] Uğur Keskin, a.g.e., sf.668

[23] Uğur Keskin, a.g.e., sf.669

[24] Selsam, Din, Bilim ve Felsefe, 2. Baskı, Çev. Mehmet Türdeş, Mopa Kültür Yayınları, sf.105

Mert Mavi

Bilim ve Hukuk Makalesine Eleştirel Bakış


İnsanlık tarihi boyunca büyük bir ilerleme kaydeden bilim, insanlığın dününe, bugününe ve yarınına büyük hizmetler sunmuştur. İnsanlık tarihi incelendiğinde özellikle sanayi devriminden sonra bilimsel gelişim hızında olağanüstü bir artış yaşandığı görülecektir. Bilimin bu denli hayatımızda yer kapladığı bir dünyada elbette ki insanlar tarafından tanımlanma, tasnif edilme, değerlendirme gibi pek çok düşünsel faaliyete konu olmuştur.

Bilimin alt dallarından biri olup olmadığı günümüzde tartışılan hukuk da insanlık tarihinde önemli bit yer edinmiştir. Doğru amaçlarla kullanıldığında insanları huzur ve refaha eriştirebilen ya da yanlış amaçlarla kullanıldığında devlet düzenini sona erdirip anarşinin başlamasına sebep olabilecek nitelikteki araçlardan biridir.

Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Nazım Sözer’in ‘’Bilim ve Hukuk’’ adlı makalesinde de öncelikle ayrı ayrı değerlendirmelerde bulunulmuş ve en sonunda ortak bir paydada bilim ve hukukun etkileşimi irdelenmiştir. Okuyacağınız yazımda, bu değerli makaleye yönelik olumlu ve olumsuz eleştiriler ile farklı bir bakış açısı arayışına gireceğinize inanıyorum.

Bilim’in Tanımı

Bilim’in Türk Dil Kurumuna göre 3 ayrı(aynı zamanda benzer) tanımı bulunmaktadır. Bunlar:

‘’ Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi,ilim.’’

‘’ Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yönetimli ve dizgisel bilgi.’’

‘’ Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci’’ ‘dir.[1]

Bilimin insan hayatındaki yerinin uçsuz bucaksız oluşu, pek tabii olarak bilimin tanımlanmasını da zorlaştırmaktadır. Yazar da bilimin tanımına yönelik bazı yazar ve düşünürlerin görüşlerine yer vermiştir. Verilen örnekler incelendiğinde  Büchner Blasius’tan örnek verilen ‘’ Nesnel sağlamlığı olan, geçerliliği kabul edilmiş, bilgiler bütünüdür’’ tanımı kanaatimce bilimin temel özelliklerini de içerisinde barındırdığından ötürü kanaatimce en isabetli tanımdır.

Yazara göre bilginin iki faydası bulunmaktadır. Bunlar hakikatin saptanması ve mutluluğa ulaşma aracıdır. Hakikatin saptanmasına katılmakla birlikte mutluluğa ulaşma aracı olup olmadığı konusunda şüpheler barındırmaktayım. Bilgi gerçekten mutlu eder mi? Amacın sadece bilgiye ulaşmak olduğunu düşündüğümüzde yani sadece ‘’bilgiyi ortaya çıkarmak’’ ise sorumun cevabını evet olarak yanıtlayabiliriz. Ancak bu bilginin insanlık üzerindeki etkilerini irdelediğimizde her zaman evet cevabı ile karşılaşamayız. 2020 yılından itibaren dünyamız Covid-19 virüsü ile şekillenmektedir. Bu virüsün bir an için Çinli bir biliminsanı tarafından laboratuar ortamında bilimsel araştırmalar sırasında üretildiğini varsayalım (komplo teorilerinden bağımsız olarak). Bu biliminsanının gerçekleştirdiği faaliyet bilimsel bir faaliyettir, bilimsel faaliyetinin neticesinde biyolojik bir ürün elde etmiştir. Ancak insanlığa yapmış olduğu etki mutluluk vermemektedir. Enteresandır ki kötü amaçlarla yapılan bilimsel çalışmaların insanlığa hizmet ettiği de görülmektedir. Örneğin Nazi Almanyası döneminde biliminsanlarının toplama kamplarındaki hipotermi üzerine yapmış oldukları çalışmalar bugün tıp dünyasında hala geçerli bilgiler olarak kullanılmaktadır. Ayrıca ‘’roket teknolojilerinin babası’’ olarak kabul edilen Wernher Von Braun çalışmalarının temelini Nazi Almanyası’nda atmış bir SS[2] Subayıdır.[3]

Bilim’in Görevi

Yazar tarafından bilimin 3 adet görevi olduğu ifade edilmiştir. Bunlar; anlama, açıklama ve kontroldür. Anlama ve açıklama görevi aslında yazarın da ifade ettiği gibi sormak istediğimiz sorunun yansımasıdır. Bilim neden-sonuç ilişkisi barındırması özelliğinden hareketle anlama görevi nedir sorusuna, açıklama görevi de niçin sorusuna işaret etmektedir.

Hipotez tanımlanırken ‘’doğru olduğuna güvenilen önerme’’ cümlesi kullanılmıştır. Burada güvenmenin kaynağı nedir? Bir inanış mı? Yoksa insanın atasından öğrenip kalıplaştırdığı davranış bilgisi midir? Yazarın bu kavram üzerinde durması gerektiği kanaatindeyim.

Şencan’a göre Hipotezler, doğal dünyada yaptığımız gözlemler sonucunda tespit ettiğimiz veya zihnimizde çeşitli problemlerin çözümüne ilişkin olarak geliştirdiğimiz bir veya birden fazla açıklama biçimidir. Hipotezleri, ana kütle hakkında araştırma sonuna kadar geçici olarak doğru olduğunu düşündüğümüz test edilebilir varsayımlar veya iddialar olarak da tanımlayabiliriz. Hipotezler doğru veya yanlış olabilir. Fakat kesin bir karara varmadan önce üzerinde araştırma yapabilmek için bir süre için doğru imiş gibi kabul edilir veya doğru olduğu iddia edilir.[4]

Yazar, bilimsel yöntem sonucu ortaya çıkan yasanın evrensel olmadığına dikkat çekmiştir. Bu noktada yazar ile aynı fikirde olduğumu söylemeliyim. Günümüz akademik camiasında evrensel kelimesinin oldukça sık kullanıldığı görülmektedir. Hukuk açısından düşündüğümüzde ilk aklıma gelen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı ve BM Genel Kurulu’nun Paris’te 10 Aralık 1948’de kabul ettiği ‘’İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’’dir. Dünya üzerindeki insan hakları aktivistlerinin, anayasa hukukçularının anlatımlarında çoğu zaman hakların evrensel oluşundan bahsedilmektedir. Ancak bu sadece hak kavramın vurgusunu güçlendiren içi boş bir kelimedir. Bir hakkın evrensel olması için bu hakkın evren içerisindeki her yerde uygulanması gerekmektedir. Böyle bir olasılık henüz mevcut değildir. Bir başka anlatımla, dünya üzerindeki en gelişmiş canlı olan insanın ürettiği bilgi ‘’küresel’’ niteliktedir. Çünkü bilimsel faaliyet sonucu elde edilen her bilgi Dünya küresel alanında elde edilmiş. Bir başka gezegende, yıldız sisteminde ya da galakside aynı yöntemlerle aynı sonucun ortaya çıkacağından emin olunamaz.

 

Bilim’in Uygulama Alanı

ARAL tarafından da ifade edildiği üzere, her ne kadar dallara ayrılmış olsa da bilim tektir. Dallara ayrılan aslında bilimin birbirinden farklı görünüşleridir. Bilimin genel olarak kabul edilmiş bir tasnifi bulunmamaktadır. Bu nedenle yazar da birçok farklı ayrıma yer vermiştir. Kanaatimce en isabetli ayrım Pozitif-Normatif bilim ayrımıdır. Bu ayrımda bilim olgular ve insanlar temelinde ikili ayrıma tabi tutulmaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere ne kadar dallara ayrılırsa ayrılsın, uygulamada bütün bilim dalları birbirleriyle bağlantılıdır ve birbirlerinden destek almaktadırlar. Moleküler biyoloji, iktisat tarihi, adli psikoloji gibi ve benzeri pek çok örnek mevcuttur.

Bilimsel Araştırma Türleri

Nitel ve nicel araştırma olmak üzere 2 farklı tür bulunmaktadır. Nitel araştırma, sayısal olarak ölçülemeyen özelliklere sahiptir. Nicel araştırma sayısal değerler üzerinden yapılmaktadır. Yazar tarafından nicel araştırma türleri ve nitel araştırma türleri, anlaşılır ve örneksemelerle açıklanmıştır.

Bilimsel Araştırma Yöntemleri

Nicel ve nitel araştırmada kullanılan yöntemler sırasıyla açıklanmıştır. Yazar tarafından belirtildiği üzere yöntemler arasında kesin çizgiler ile ayrım yapmam mümkün değildir. Hatta her iki araştırma türünün de aynı ad altında araştırma yöntemi bulunmaktadır. Yazar yöntemleri irdelemeden önce genel değerlendirmesinde, bilimsel araştırma yöntemleri arasına kıyası da dahil etmektedir.

Kıyas yönteminde araştırmacı değişkenler ve önermeler arasında karşılaştırmalar yaparak belli sonuçlara ulaşır. Kıyas gözlem verilerine, önceki araştırma bulgularına veya bütünüyle zihinsel değerlendirmelere dayalı olarak gelişir.[5]

Hukukta kıyas ise farklı bir anlama gelmektedir. Kıyas hukukta hukuki boşluk durumlarda kullanılır. Hakim kanun boşluğu ile karşılaşırsa örf ve adet kurallarına bakacak, burada uygulanabilir bir hüküm bulamazsa büsbütün orijinal, olmayan bir hukuk yaratacak veya kanunda düzenlenmemiş bir durum görürse, bu duruma benzer nitelikte başka bir duruma yönelik hüküm varsa bu hükmü kıyasen olmayan duruma uygulayacaktır.[6]

Yazar hem nicel araştırma yönteminin hem de nitel araştırma yöntemini temel hatlarıyla irdelemiştir. Burada nitel araştırmalarda kullanılan ‘’anlatı’’ya değinmek isterim. Görüşmedeki planlı yaklaşımın aksine anlatıda muhatap tamamen serbest bırakılarak açıklama yapmaya yönlendirilir. Yönlendirme faaliyeti hukuk açısından şüphelidir. Dava dosyalarında hakimler tanık anlatımlarını dinleyerek dava konusu olay hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmaktadır. Ancak önyargılı bir hakim tanığa soracağı sorularda yönlendirici bir tavır takınmakta ve tanıklar gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktadır. Bu da edinilen bilginin yanlışlığına sebebiyet vermektedir. Diğer bilim dallarında kullanılabilir olmakla birlikte hukukta anlatıda kullanılan yönlendirme her zaman doğru sonuçlar vermeyecektir.

Yazar nitel araştırma türünde mecazın kullanılabileceğini de ifade etmiştir. Konunun anlaşılabilmesi açısından yararlı olmakla birlikte doğrulanabilirliği tartışmalıdır. Yazar evrenin bir balon gibi genişlediği örnek vermiştir. Bir balonu şişirirken hava bütün alanlarına homojen olarak dağılmaktadır, bir tarafı diğer tarafına göre daha çok hava almamaktadır. Ancak evrenin aynı homojenlikte genişlediğine dair herhangi bir bilimsel araştırma sonucuna rastlanmamıştır.

Hukuk Tanımı

Yazara göre hukuk ; ‘’Toplumsal yaşam içinde kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu gücüyle yaptırıma bağlanmış toplumsal düzen kuralları bütünüdür.’’ Burada kamu gücü ile kastedilen devlettir. Devlet hukukun bir unsuru olarak ifade edilmiştir. İki farklı açıdan konuya farklılık katmak isterim. İlkçağ insanları arasında yazısız bir hukuk uygulanmaktaydı ancak devlet söz konusu değildir. Yani kamu gücünü devlet olarak görmek dünyanın son birkaç bin yılı açısından doğru kabul edilebilmektedir ancak ilkel çağ insanlarının uyguladığı hukuk düzeninde devlet mekanizmasının bulunmadığı da bir gerçektir. İlkel çağda yaptırım gücü toplumsal kontrol mekanizmasından kaynaklanmaktadır.[7]

Öte yandan devletsiz dünya düzeni kurgulayan düşünce akımları da bulunmaktadır. Bu düzenlerde yaptırımı uygulayan herhangi bir devlet mekanizması bulunmamaktadır. Anti-devletçilik, devlete ve daha geniş bir anlamda her türlü zor kullanma güç ve otoritesine karşı olan ideolojilerin tümünü ifade eden ve kapsayan bir siyaset felsefesidir. Anti-devletçilik, bireylerin özel yaşam alanlarına, davranış ve eylemlerine, karar ve tercihlerine devlet tarafından karışılmasını genel prensip olarak reddeder. Bu felsefeyi kabul eden ve paylaşanlara göre bireyler başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmedikleri sürece özgürdürler ve özgür olmalıdırlar.[8]

Hukukun Görevleri

Hukukun insan hayatına dokunduğu noktaların fazlalığı sebebiyle hukukun birçok görevi bulunduğunu kabul etmekteyiz. Yazar da bu görevleri ana hatlarıyla açıklamıştır. Pozitif ayrımcılığa, hukuki öngörülebilirliği isabetli bir şekilde temas etmiştir.

Hukukun Düzenleme Alanı

Yazara göre devlet, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, düzen sağlama görevini üstlenmişti. Temel görevi düzeni korumak ve güvenliği sağlamaktı (gece bekçisi devlet). Ancak sonraki yıllarda sosyal edimler sunmaya başlaması (sosyal devlet, edim devleti, iktisat devleti) ile devletin görev alanı fevkalade genişlemiştir. Bu durum yasa yapma sürecini de etkilemiş, ilgili düzenleme alanında daha fazla uzmana görev verme gerçeği ortaya çıkmıştır.

Yazarın 19. Yüzyılın ortalarını işaret etmesinin nedenini irdelediğimizde kanaatimce 1789’da başlayan Fransız İhtilali’nin özel bir önemi bulunmaktadır. Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesi eşitlik, özgürlük ve güvenlik umdeleri ile ortaya çıktı. Güvenlik aynı zamanda hürriyeti de kapsamaktaydı. Devletin amacı kişinin mal ve can güvenliğini korumaktı. Devrimciler haklarını egemenden talep etmekteydi. Egemen olan kral ile  ruhban ve soylular sınıfıydı. Tek tek kişiler birleşerek arkalarına John Locke’un doğal haklar teorisini[9] ve egemene direnme hakkını alarak, bütün bu haklarını talep etmeye başladılar.[10]

Fransız İhtilali yeni devlet anlayışı egemenliğin halka verilmesi, parlamentoların oluşması kanunların toplumun çoğunluğunun çıkar ve menfaatini gözetmesi esastır. Demokrasi çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür. Kralın soylu sınıfın ruhbanlar sınıfının egemenliğinden kurtulan halk bu sefer de bir kısmının diğer kısma tahakkümü şekline dönüştü. İşte insan hakları kavramı burada ortaya çıkmaktadır çoğunluğun hakları, azınlığın hakları, kısacası insanlığın hakları savunulmalı insan hakları temel alınmalıdır. Devleti oluştururken hukuk normları oluşturulurken, temel insan hakları göz önünde esas olarak alınmalıdır.[11]

Hukukun Bilimselliği Üzerine Görüşler

Yazar bu bölümde önemli düşünürlerin hukukun bilim olup olmadığı konusundaki görüşlerine yer vermiştir. Örnek verilen birçok görüşte hukukun bir bilim olmadığı ifade edilmektedir.

Ülkemizde Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nde akademisyenlik yapmış Ernst Hirsch ise konuya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Hirsch’e göre hukukun ilmi payesini kazanmak için diğer bilim kollarının yardımına muhtaçtır. Sosyoloji, psikoloji, tıp, felsefe ve benzerini örnek olarak kolaylıkla gösterebiliriz. Hirsch’e göre iki ihtimal bulunmaktadır ; hukuk ya din ve metafizik gibi mahiyeti itibariyle sahih ve tam ilmi bir araştırmanın konusunu teşkil edemez yada tıpkı astronomi, fizik, kimya, jeoloji gibi fikri esaretin zincirleri olan dini, siyasi, mıstik akidelerden kurtulabilir.

Herberger , hukukun ‘’bilim mi sanat mı , yoksa her ikisi de mi?’’ olduğunu sorgulamaktadır. Yazara göre hukuk hem bir bilimdir hem de bir sanattır. Bilimi yani teoremi ve sanatı yani uygulamayı da aynı ölçüde öğreniriz. Bilim ve sanat yönü arasında bağlantı kurulabildiğinde başarı elde edilebilir. Yazarın görüşlerine katılmaktayım. Bir avukat olarak mahkemelerde hakim karşısında yaptığımız savunma sadece sanat değildir. Gücünü teorik bilgiden alan bir sanattır. Aksi düşünceye yapılan savunmanın hiçbir hukuki değeri olamayacaktır.

Hukuku adalet sanatı olarak niteleyen görüş de dikkatimi çekmektedir. Hukuk, sınanabilir olgularla, kanıtlanabilir yargılarla, doğrulanabilir bilgilerle, insan eliyle değiştirilemez yasalarla uğraşmaz. Dolayısıyla klasik bilimler gibi deskriptif, ampirik ve pozitif değildir. Hukukun esasında bilimsel oluğ olmadığı tartışmalı olmakla birlikte en azından biçimsel (yöntemsel) bakımdan bilimseldir.

Nihayetinde Serozan’ın görüşünü isabetli bulmaktayım : ‘’Hukuk kuralları, akla, sağduyuya, evrensel insan haklarına dayanan, hakkında genel görüş birliğine varılmış düşünsel yargılardır. Varlıklar gelişigüzel gökyüzünde değil yeryüzünde, diğer bilim dallarının yardımıyla aranır. Yani hukuk hem kuralların üretimi, hem de uygulanması aşaması bakımından tamamen bilimseldir.

Norm Oluşturma Süreci

Yazara göre norm oluşturma 7 aşamadan meydana gelmektedir Sırasıyla ; temayüz, tespit, tasarım, teşkil, tatbikat, tadil, tatbikat. Tatbikat ve takip aşamaları normun kullanımına ilişkindir, önceki aşamalar da üretimine ilişkindir. Burada yazar kullanım aşamasını da isabetli bir şekilde norm oluşturma sürecine dahil etmektedir.

Sorunun temayüzünde, sorun konusu alan maddi veya manevi aleme ilişkin olabilmektedir. Sorunun tespitini yapan insan olduğu için insanlara göre neyin sorun olup olmadığı da görecelilik arz etmektedir. Birçok sorunun tespitinde mutabık kalınabilmektedir ancak ayrıksı durumlar da mevcuttur. Yazar burada sigortalı eş örneği ve Pascal’ın görüşleriyle bakış açısını güçlendirmiştir. Manevi aleme ilişkin sorunların tespiti hukukun görevine girmemektedir. Aslında maddi aleme ilişkin sorunların tespiti de hukukun görevine girmemektedir. Bu tespitler diğer bilim dalları tarafında yapılmaktadır. Örneğin haksız ticari kazanç sağlayan uygulamaların tespitini ekonomi ve ticaret alanında çalışan bilim insanları yapmaktadır. Bu bilim insanları, hukuk bilim insanları ile birlikte çözüm üzerine çalışabilmektedir.

Tasarım gerçekleştirme, sorunun tespiti ve çözüm önerilerinin belirlenmesinin ardından gelmektedir. Burada toplumsal bir gerçeklik oluşturma ödevi bulunmaktadır. Tasarım oluşturmaya ilişkin çeşitli yöntemler bulunmaktadır (ör. AB Daha İyi Yasa Yapma çalışması). Ülkemizde ise Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik bulunmaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere AB uyum yasaları amacıyla çıkarılan bu yönetmelik, AB’ye uyum yasaları çıkarmak için dahi dikkate alınmamaktadır. Siyasi Saiklerle norm üretimine yıllardır olduğu gibi devam edilmektedir. Bunun günümüzdeki en bariz örneği, milletvekillerinin yasama faaliyetine destek sağlama amacıyla istihdam edilen milletvekili danışmanlarının sekreterlik hizmeti verdiği görülmektedir.

Sorunun tatbiki aşamasında, üretilen normun kullanılarak etkileri incelenmektedir. Öncelikle olayın bilgisi elde edilmeli, daha sonra uygulanacak normun tespiti ve en sonunda sonuçlar üzerinde çıkarsamalarda bulunulur. Yazar da bu konuda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda dava konusu olayın tahkikatı devam ederken değişen yasa maddesinin geriye yürüyüp yürümeyeceği üzerinden hukuksal yorum yöntemlerini de kullanarak konuyu başarılı şekilde izah etmiştir.[12]

Sonuç

Bilimin ilgi alanı içine tüm evren girmektedir. Hukuk ise toplumsal yaşam ve bu yönüyle evrenin bir parçasıyla ilgilenmektedir denilebilir. Bilim ilgi alanı içindeki tüm olaylarla ilgilenmekteyken hukuk insan odaklıdır. Yazar hukukun bilim sayılıp sayılmayacağının tespitinde bilimin ve hukukun görev alanlarının değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere bilimin anlama, açıklama ve kontrol görevi bulunmaktadır. Hukuk ise toplumsal düzeni, adaleti sağlar ve zayıf olanı korur, ihtiyaçları karşılar. Hukukun görevlerinin aslında bilimin kontrol görevleri ile örtüştüğü görülmektedir.

Bilimin türleri dikkate alındığında, sosyal bir bilim olan hukukta üretim ve uygulama açısından bilimsel bir niteliktedir. Yazara göre norm üretim süreci bilimsel iken uygulama süreci açısından bilimsellik bulunmamaktadır. Uygulama faaliyeti ise sanat olarak değerlendirilebilir. Kimi zaman uygulayıcılar da üretim aşamasına dahil olabilmektedir. Burada kastedilen, bir olaya uygulanacak kuralın bulunmaması halinde hakimin hukuk yaratma yetkisidir.



[1] https://sozluk.gov.tr/

[2] Schutzstaffel.Kahverengi gömlekliler olarak da anılan Adolf Hitler’e bağlı özel askeri birlikler.

[3] https://listverse.com/2011/01/31/top-10-things-the-nazis-got-right/

[4] Hüner Şencan, Sosyal ve Davranışsal Bilimlerde Bilimsel Araştırma, s.30-31 , İstanbul 2007

[5] Hüner Şencan, Sosyal ve Davranışsal Bilimlerde Bilimsel Araştırma, s.31 , İstanbul 2007

[6] Tan Tahsin Zapata, Medeni Hukuk, Savaş Yayınevi, 21. Bası, s.21 ,Ankara 2016

[7] Mehmet Tevfik Özcan, Yazılı Hukukun Hareket Noktası Olarak İlkel Hukuk, Alkım Konferansı konuşma metni, s.58, 16 Nisan 1990, erişim için https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/12521

[8] Coşkun Can Aktan, Devlet Felsefesi: Eleştirel Düşünceler, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi(2019/3)

[9] İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eseri ile aydınlanma düşüncesine yön veren düşünürlerden olan John Locke, Hükümet Üzerine İki İnceleme’de mutlakiyetçilik yanlılarının iddialarına cevap verir ve burada insanın eşit ve özgür doğasının klasik liberalizme uygunluğunu temellendirmeye çalışır. İlgili dönemin düşünsel inşasını oluştururken başlangıç noktası olarak kabul ettiği doğal hakların varlığını, monarkın sınırsız haklarının dışında negatif karakterli hakların olamayacağı iddiasıyla Patriarcha adlı eserini yazan Robert Filmer’in iddialarını çürütmek üzere yazdığı Birinci İnceleme’de sunduğu gerekçelerle meşru temele oturtan Locke, kendisinden sonraki dönemde bu hakların yasal zeminde yer bulmasını sağlayan sistemiyle sürecin önemli bir parçası olmuştur. Daha detaylı bilgiler için bkz. Zülal Hazal Karakaş, John Locke’da Doğa Durumu Kavramının Tarihsel Arka Planı, Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, s.264, 2019

[10] Halil İbrahim Şahin, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi, Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans mezuniyet projesi, s.16, İstanbul 2020

[11] Halil İbrahim Şahin, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi, Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans mezuniyet projesi, s.17, İstanbul 2020

[12] Yargıtay 10. H.D. 2010/8249 E.-2010/12088 K. Sayılı 23.09.2010 tarihli kararı

Mert Mavi

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...