T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

4 Haziran 2021 Cuma

Yanlış Ve Çarpıtılmış Arkaik Bilgilere Dayanarak İdealizmi Hortlatmaya Çalışma Çabası

Ne üzücüdür ki, üstelik “akademik camia” içinden doğrudan doğruya “bilim” diyemeyenlerin, “pozitivist yaklaşım” diyerek sahneye çıktıklarına ve bilime saldırdıklarına tanık olunmaktadır. Buradan hareketle, A. Compte’un 19. yüzyılın kendine özgü koşullarında ortaya attığı “pozitivizm”e temellendirilerek tartışmalar başlatılmakta ve sonlandırılmaktadır. Kısaca da olsa şunlardan bahsetmek yararlı olacaktır: 19. yüzyıl Sanayi Devrimi’nin devam etmekte olduğu, fen bilimleri alanında birbiri ardına keşiflerin ve icatların yapıldığı bir yüzyıldır, bunları saymaya gerek yok herhalde. Antik Yunan felsefesinin ‘akıl yürüterek bilgiye ulaşma’ çabalarının yerini 16. yüzyılda Galileo ile yavaş yavaş ‘gözlem’ ve ‘deney’ ile test etmeye bıraktığı bu dönem, Sanayi Devriminden sonra gözlem ve deneyin ağır bastığı bir dönem olmuştur. Locke, Hume, Bacon, Hobbes gibi düşünürler, bu kez aklın önüne görgülcülüğü (emprisism) getirmeye başlamışlardır, hatta bazılarınca deney kutsanmaya başlamıştır. Aklın dinsel inançtan bağımsızlaşmasına, gözlem ve deney muazzam bir pencere açmış ve dayanak sağlamıştır. Tüm bu süreç için binlerce kaynağa bakılabilir. Hatta, o duruma gelmiştir ki, İngiliz Kraliyet Akademisi’nde bazı akademisyenler, “artık keşfedilecek her şeyin keşfedildiğini ve bilimin bittiğini” bile savunmuşlardır. Böyle bir dönemde, bir sosyolog olan A. Compte’un bu gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değildir elbette. O da, “fen bilimlerinin yöntemleriyle sosyal bilimlerin de yapılabileceğini” öne sürmüştür: Çünkü olgular (facts) gözlenebilir ve test edilebilir. Bunda yanlış olan bir şey yoktur; eksik olan, bilimsel bilginin sadece “deney yoluyla” elde edilebileceğidir. Hatta, psikoloji biliminin ve psikolojide ölçmenin ilkin psiko-fizik ölçme olarak ortaya çıkması da döneminin etkisindendir. O günden bu yana köprülerin altından çok su akmıştır: Deneyin dışında korelatif yöntemler ve betimsel çalışmalar da bilimsel çalışma olarak ortaya çıkmış (yeter ki nesnel verilere dayansınlar); bunlara ilişkin pek çok araştırma düzeneği (design) oluşturulmuş; psiko-fizik ölçmeden psikometrik ölçmeye geçilmiş; bilimin sadece görgülcü yanının eksik kaldığı, mantıksal geçerleme olmadan bilimsel bilginin olamayacağı kabul edilerek akıl ile gözlem/deney kaynaştırılmış; bilimsel bilginin yanlışlanabilir bilgi olduğu, çürütülünceye kadar geçerli olduğu ve çürütmek/kanıtlamak için de istatistikte hipotez testleri gündeme gelmiştir ve bunlar yoluna hâlâ devam etmektedir. O nedenle, Compte’un yalın pozitivizmine hâlâ çatmak bir anlam ifade etmemektedir. Çarpıtma-Bilgi eksikliği 1: Bugünkü bilim yerine Compte’un pozitivizmine çatmak!

Bir başka argüman, “pozitivist bilginin kesin olduğu” yönündedir. Her şeyden önce, bugün bunu savunan bilimcinin aklından şüphe edilir. Bu argüman, bilimi bir dogma haline getirme çabasının ürünüdür, oysa bilim zaten dogmalara karşı verdiği mücadele sonucu bugüne ulaşmıştır. İstatistiksel hipotez testinde I. Tip Hata (Alfa=α) tam da bunu çürütmek için vardır (“yanlış bir hipotezi doğru kabul etme hatası”!) ve üretilen her bilimsel bilgi bu alfa olasılığı ile varlığını, yenisi bulununcaya kadar sürdürür. Bilimin en zayıf yanıymış gibi görünen alfa, aslında dogmalardan farklı olarak sürekli yenilenmeyi ve bu nedenle de bilimin yenilmezliğini gösterir! Alfa hatası nereden çıkmıştır? Dikkat: - ∞ ile +∞ arasında, iki ucu da açık bir dağılımdan, yani değişimin ta kendisini gösteren ve ona dayanan olasılık dağılımından! Kim dogmatik, kim değişimden değil kesin bilgiden yana? Çarpıtma-Bilgi eksikliği 2: İstatistikten korkma, öğrenmemekten kork!

“Evren değişmeden kalır” argümanına gelelim: Bu arkaik görüş yerle bir olalı o kadar çok zaman geçti ki, “siz hâlâ Newton’da mısınız” diyeceğiz, ama yine de kafası karıştırılanlar için devam edelim. Pthagoras ile (hatta daha da önce) başlayan, Euclides ile devam eden, Ptolemaios’un dünya merkezli evreni ve Aristoteles ile Ortaçağ Engizisyonu’nun fikir babalığını yapan ve Newton’la matematiksel vücut bulan bu düşünce; aslında tüm tek Tanrılı dinlerin bakış açısını (yaradılışçı görüş) yansıtır: Tanrı her şeyi 6 günde yaratmıştır, o günden bu yana hiçbir şey değişmemiştir! Bilmeyenler için söyleyelim, işte biraz önce sözü edilen düşünürler ve daha niceleri Tanrı’nın bu mükemmelliğinin matematiğini bulmaya çalışıyorlardı, bugünkü anlamda bilim falan yapma amaçları yoktu! Üstelik Newton her şeyden önce bir simyacıydı! Bugünkü anlamda bilim ve bilim insanı sözü ilk kez, Newton’dan çok sonra 1833 yılında kullanılacaktı! Ancak, Newton bu arayışında, bugün bile hâlâ bazı koşullarda geçerli olan bazı yasaları buldu, ‘modern’ fiziği kurdu ve ardıllarına önemli bir miras bıraktı, farkı burada! Ali Kuşçular vb de gözlemevini bilimsel bir buluş için değil, oruç ve namaz zamanlarını dakik bir şekilde saptamak için (o zamanlar henüz saat icat edilmemişti!) kurmuşlardı; ne zaman ki Avrupa’da büyük bir hastalık salgını oldu, onun da ruhuna Fatiha okundu! Diyalektiğin birinci kuralı, “Hiçbir şey değişmeden kalamaz, her şey değişim içindedir.” Einstein’ın Newton yasalarının makro evrende işlemediğini (ya da belirli bir yere kadar işlediğini) göstererek özel-genel görelilik kuramını geliştirmesi, ardından mikro evrenlerde ne Newton ne de Einstein kuramının işlediğinin kuantum kuramıyla gösterilmesi, değişimin ta kendisidir. Peki, bu gelişmeleri bilimciler nitel yaklaşımla mı gerçekleştirdiler? Dinozor fosillerinin bazılarının sahte olduğunu evrim karşıtları mı fosilbilimciler mi, G.Koreli genetikçinin kopyalama işleminin sahte olduğunu nitelciler mi genetikbilimciler mi ortaya çıkardı ve nasıl? Çarpıtma-Bilgi eksikliği 3: Bugünkü bilimi Newton ve Compte’la sulandırıp “yeni” bir paradigma yaratmaya çalışmak, aslında arkaik metafiziği yeniden hortlatma çabasıdır!

“Evrende bir düzen vardır ve değişmeden kalır” argümanı: Evet, evrende bir düzen vardır, ama değişmeden kalmaz! Her düzen, bir süre sonra iç-dış etkilerle bozulur ve yerini yeni düzene bırakır, öyleyse: Her düzen değişinceye kadar geçerlidir! “Evren”in, “araştırma evreni” mi, yoksa cisimsel ve içinde var olduğumuz müthiş büyüklükteki “evren” mi olduğunu bir yana bırakalım ve kozmik zaman ve kozmik uzay içinde ne kadar küçük olduğumuza dönelim. Bu müthiş büyüklükteki kozmik uzay ve zamanda, insanın ortaya çıkışı ve bugüne gelmesi, hayal etmekte zorlandığımız bir “küçüğün küçüğünü” oluşturur. Cisimsel evrende, gözlediğimiz-duyumsadığımız değişiklikler o kadar küçüktür ki, Stone Hange’deki kayaların arasından ekinoks yine hâlâ aynı gün ve saatte gerçekleşmekte, ilkçağlardan bu yana gökyüzünde gördüğümüz takım yıldızların konumu değişmez göründüğünden astroloji (bir bilim dalı olan astronomi değil) hâlâ varlığını sürdürmekte, Güneş yine Mısırlılar zamanındaki gibi (temel aldığımız eksene göre) Doğudan yükselmekte, Batıdan batmaktadır… Gün gelecek tüm evren de yok olacaktır, yenisini doğurmak üzere, ama milyarlarca yıl sonra… Bu farkına bile varamayacağımız küçük değişiklikler (bu arada daha yeni, bilim olan astronominin gözlemlerine dayanarak dünyanın Güneş etrafında 1 saniye yavaşladığı için dünya saatine 1 saniye eklendi), Mars’a-Pluton’a çok dakik bir şekilde uzay aracı göndermemizde bir değişiklik yaratıyor mu, evrenin milyonlarca ışık yılı uzağındaki bir gök cisminin elementlerini analiz etmemizi etkiliyor mu? Psikolojiye gelelim: Pekiştirme ilkeleri ilk insanlardan bu yana değişti mi, yoksa pekiştirecin ne olduğu mu değişti? Peki evrendeki bu küçük de olsa gerçekleşen değişimi kim, nasıl ortaya çıkardı? Anlamacı-yorumlayıcı yaklaşım yoluyla nitelciler mi? Çarpıtma-Eksik bilgi 4: Kaos birilerinin kafasında!

“Her şey kaos içindedir, önceden hiçbir şey bilinemez; bu nedenle nedensellik doğru değildir” argümanı: Schrödinger’in kedisinden bu yana pek çok kedi öldü ve doğdu! Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, 1950’lerde Dirac (ve başkaları) tarafından matematiksel olarak çözüldü, olasılıksal nedensellik gündeme geldi. Kaosun yarattığı pek çok edebi, sanatsal, politik akım da tarihte yerini aldı; bugünkü lazerin ve daha pek çok şeyin kuantum ilkeleriyle çalıştığını, çok yakın gelecekte de kuantum bilgisayarlarıyla bu satırları yazacağımızı biliyor musunuz? Eğer kaos olsaydı bunlar yapılabilir miydi, siz bu satırları okuyabilir miydiniz? Öte yandan, hâlâ daha uzaya gönderilen araçların Newton yasalarına göre gönderildiğini ve hareket ettiğini belirtelim. Zamanın göreliliği, atomaltı parçacıkların kuantum dinamiği elbette önemli gelişmeler, ama içinde yaşadığımız evrende bilim de nedensellik de işleyişine devam ediyor. Ama, nitelcilerin ne yazık ki hâlâ Newton’a takılıp kalmalarından dolayı, günümüzdeki bazı fen bilimciler gibi, nedenselliği sadece basit ve doğrusal olarak bildikleri ve bilime de bunu atfettikleri anlaşılmaktadır; oysa doğrusal olmayan faktör analizi bile çıkmış, adı John olmayan birisi bu nedensellik türlerinin ne kadar çok olduğunu daha yeni yazmıştı. Çarpıtma-Bilgi eksikliği 5: Nihilizme yolculuk!

“Pozitivist araştırma katıdır, araştırmacıyı yok sayar” argümanı: Her şeyden önce, tekrarlayalım, nitelcilerin kastettiği bugünkü bilim mi ve başka da bir bilim var mı? Hâlâ daha bir tarafta soyutlama diğer tarafta somutlama, bir tarafta anlama diğer tarafta test etme diye birbirinden kopuk 19. yüzyıldaki gibi bir bilimsel süreç tablosu çiziliyorsa, bu doğru değildir. Bilimci (ve kuram), problemin bulunmasından hipotezlerin oluşturulmasına, ona uygun araştırma düzeneği oluşturma, örneklem 13 seçme, veri toplama, verilerin analizi ve raporun yazılmasına kadar bilimsel sürecin her aşamasında etkindir ve bilimsel araştırma süreci de durağan değil, bir sarmal şeklinde dinamik bir süreçtir.

Bu özellikten dolayı, bir (bilimsel) araştırmacı, hipotezlerini vs kurup araştırmasını sürdürürken bir noktada, bambaşka problemleri görür, araştırmayı yarıda keser ve yeni araştırmalar yapıp yeni bilgiler üretebilir. Bunun bilimde pek çok örneği vardır: Örn., Viagra! Fen bilimlerinin Compte zamanındaki deneyleri ve bilime bakışaçısı çok geride kaldı! Çarpıtma-Bilgi eksikliği 6: Araştırmacısız araştırma!

“Pozitivist yaklaşım tümdengelimci, nitelciler tümevarımcıdır” argümanı: Bu sav, “bugünkü bilimciler kuramla ilgilenmezler, hiç kuram üretemezler” anlamı taşımaktadır. Popper’ın ortodoks tümdengelimciliğinin üzerinden de epey sular aktı. Tümdengelim ve tümevarım diyalektik (diyalekt değil) bir işleyiş içersindedir: Bir kuram, hipotez veya önermeden sonra araştırmalar yapılır; bu kuram vd desteklenir veya desteklenmez, onarılır veya tümden terk edilip yerini yeni kuramlara bırakır; ama bunu tek tek testler yapmadan gerçekleştiremezsiniz ki, o tek tek araştırmalar da yepyeni kuramlara yol açarlar, bu bir diyalektik sarmaldır; durum budur. O “pozitivistler” hiç kuram ortaya çıkarmadı mı bugüne kadar, kuramları üretmek nitelcilerin tekelinde midir? “Gömülü kuram”, “kuram oluşturma”? Nitelcilere, en çok katı buldukları ölçmecilerden söz edelim: “Ölçek geliştirme, aslında ölçülecek değişkene ilişkin bir kuram oluşturma; ölçeğin yapısını sınama ise, o kuramın geçerliğinin test edilmesidir.” Tümevarım-tümdengelim, yumurta-tavuk! Çarpıtma-Bilgi eksikliği 7: Bilgi olmadan fikir olamaz, fikir olmadan da bilgi üretilemez!

“Bilginin geçerliği, genellenebilirliği doğru değildir; çünkü her şey farklıdır” argümanı: Nitelcilere, öncelikle evlerindeki elektrik lambası yanmadığında veya arabalarının kontağını çevirdiklerinde çalışmadığında ne yaptıklarını sormak gerekir. Peki Japonya’da veya bir yan odada elektrik ilkeleri işlemiyor mu? Bilim, kaos içindeki dünyada ve evrende nasıl geçersiz bilgi üretmiş ki, Artvin’den geçecek bir Güneş tutulmasının ancak bilmem kaç yıl sonra, şu gün şu saatte olabileceğini tahmin edebiliyor, bilmem kaç milyon ışık yılı ötedeki yeni bir gök cisminin atmosferindeki elementleri analiz edebiliyor vs? Ha sosyal bilimlere gelelim. Pekiştirme ilkeleri işlemiyor mu? O çok yabani, kendi ortamında asla yapmayacak olduğu bir davranışı bir fil, bir aslan vb sirklerde nasıl yapabilir (buna çok karşı olduğumuzu belirtelim, sadece pekiştirme ilkelerinin işleyişi açısından örnek veriyoruz) duruma getiriliyor? Klinik psikologlar terapileri hangi bilgilere dayanarak yapıyorlar? Rogers’ın dediği gibi, her insan bir mikrokozmozdur, doğrudur; bireysel farklarımız vardır; ama ortak noktalarımız da vardır; insanların kimileri 1 ayda kimleri 9 ayda kimileri 30 ayda doğmuyor, kimileri 3cm kimleri 52cm kimileri de 200cm doğmuyor; kimi 2 günlükken kimi 5 yaşında yürümeye, konuşmaya vb başlamıyor… Bireysel farkları da olsa benzer ortak gelişim özelliklerine sahipler. Zaten, bilimin ortak dili olan istatistik de tam da bu durumun soyut yansımasından başka bir şey değildir; benzerlik (merkezi eğilim ölçüleri) ve farklılık (değişim ölçüleri) ölçüleri bunun için birlikte kullanılır. Hipotez testleri de tam da bu benzerlik ve farklılıklardan dolayı belirli bir hata olasılığıyla aslında örneklemden evrene genellemeyi (benzer bireyler-ortamlar için de üretilen bilginin geçerli olup olmadığını) test ederler ve bu, fen bilimleri için de sosyal bilimler için de geçerlidir. Bir insanın davranışlarının, çok sayıda değişken davranışlarımızı yönlendirdiği için, fen bilimlerindeki gibi yasalarla (şimdilik) tanımlanamayacağı, bilimsel yöntemin geçersiz olduğunu göstermez ki… İlk psiko-fizik ölçme girişimlerinde yasalar oluşturulmuştur (Weber, Fechner gibi), çünkü fiziksel bir uyarıcı ile duyum-algı gibi psikolojik tepki ilişkisini araştırmışlardır. Ancak, bugün biliyoruz ki, insan davranışını çok sayıda değişken biçimlendirir; bunları şu an için eşitliğe koyamamış olmamız hiç koyamayacağımız ve çözemeyeceğimiz anlamı taşımaz ki; bilim de zaten tam da bunları bulma etkinliğinin kendisidir. Bundan 100 yıl önceki bilgilerimiz ile şimdikiler arasında o kadar fark var ki… Zaten bilim tam da bu arayışın, bilme çabasının adı değil mi? Geçerli olmayan, genellenmeyen bilgi ne işe yarar? Nitelle ne tür bilgi üretilecek ve üretildi? Bilimsel bilgi, yenisi buluncaya kadar güvenilir, geçerli, yanlışlanabilen, tekrarlanabilen, test edilebilen, birikici, vs bilgidir ve bizi bugüne getiren bir bilgi üretme yolunun sonucudur. Çarpıtma-Bilgi eksikliği 8: “Benim ürettiğim bilgi kimseyi bağlamaz!”

Daha pek çok konu ele alınabilir, ancak yukarıdakilerin yeterli olacağı düşünülmüştür. Son söz, ‘suya sabuna dokunmayan’ karmacılara: Bugünkü bilimsel çalışmalarda, zaten bilimci bilişsel süreçleri ve müdahaleleriyle sürecin ta içindedir, araştırmanın doğasına bağlı olarak yapılandırılmamış-yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmakta ve veri malzemelerinden içerik analiziyle veri üretilmektedir, vs… gerisini siz düşünün.

Adnan Erkuş

Kaynakça : İlköğretim Online, 14(3), dy:1-17, http://ilkogretim-online.org.tr. , sf. 11-14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...