Ne üzücüdür ki, üstelik “akademik camia” içinden doğrudan doğruya “bilim” diyemeyenlerin, “pozitivist yaklaşım” diyerek sahneye çıktıklarına ve bilime saldırdıklarına tanık olunmaktadır. Buradan hareketle, A. Compte’un 19. yüzyılın kendine özgü koşullarında ortaya attığı “pozitivizm”e temellendirilerek tartışmalar başlatılmakta ve sonlandırılmaktadır. Kısaca da olsa şunlardan bahsetmek yararlı olacaktır: 19. yüzyıl Sanayi Devrimi’nin devam etmekte olduğu, fen bilimleri alanında birbiri ardına keşiflerin ve icatların yapıldığı bir yüzyıldır, bunları saymaya gerek yok herhalde. Antik Yunan felsefesinin ‘akıl yürüterek bilgiye ulaşma’ çabalarının yerini 16. yüzyılda Galileo ile yavaş yavaş ‘gözlem’ ve ‘deney’ ile test etmeye bıraktığı bu dönem, Sanayi Devriminden sonra gözlem ve deneyin ağır bastığı bir dönem olmuştur. Locke, Hume, Bacon, Hobbes gibi düşünürler, bu kez aklın önüne görgülcülüğü (emprisism) getirmeye başlamışlardır, hatta bazılarınca deney kutsanmaya başlamıştır. Aklın dinsel inançtan bağımsızlaşmasına, gözlem ve deney muazzam bir pencere açmış ve dayanak sağlamıştır. Tüm bu süreç için binlerce kaynağa bakılabilir. Hatta, o duruma gelmiştir ki, İngiliz Kraliyet Akademisi’nde bazı akademisyenler, “artık keşfedilecek her şeyin keşfedildiğini ve bilimin bittiğini” bile savunmuşlardır. Böyle bir dönemde, bir sosyolog olan A. Compte’un bu gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değildir elbette. O da, “fen bilimlerinin yöntemleriyle sosyal bilimlerin de yapılabileceğini” öne sürmüştür: Çünkü olgular (facts) gözlenebilir ve test edilebilir. Bunda yanlış olan bir şey yoktur; eksik olan, bilimsel bilginin sadece “deney yoluyla” elde edilebileceğidir. Hatta, psikoloji biliminin ve psikolojide ölçmenin ilkin psiko-fizik ölçme olarak ortaya çıkması da döneminin etkisindendir. O günden bu yana köprülerin altından çok su akmıştır: Deneyin dışında korelatif yöntemler ve betimsel çalışmalar da bilimsel çalışma olarak ortaya çıkmış (yeter ki nesnel verilere dayansınlar); bunlara ilişkin pek çok araştırma düzeneği (design) oluşturulmuş; psiko-fizik ölçmeden psikometrik ölçmeye geçilmiş; bilimin sadece görgülcü yanının eksik kaldığı, mantıksal geçerleme olmadan bilimsel bilginin olamayacağı kabul edilerek akıl ile gözlem/deney kaynaştırılmış; bilimsel bilginin yanlışlanabilir bilgi olduğu, çürütülünceye kadar geçerli olduğu ve çürütmek/kanıtlamak için de istatistikte hipotez testleri gündeme gelmiştir ve bunlar yoluna hâlâ devam etmektedir. O nedenle, Compte’un yalın pozitivizmine hâlâ çatmak bir anlam ifade etmemektedir. Çarpıtma-Bilgi eksikliği 1: Bugünkü bilim yerine Compte’un pozitivizmine çatmak!
Bir
başka argüman, “pozitivist bilginin kesin olduğu” yönündedir. Her şeyden önce,
bugün bunu savunan bilimcinin aklından şüphe edilir. Bu argüman, bilimi bir
dogma haline getirme çabasının ürünüdür, oysa bilim zaten dogmalara karşı
verdiği mücadele sonucu bugüne ulaşmıştır. İstatistiksel hipotez testinde I.
Tip Hata (Alfa=α) tam da bunu çürütmek için vardır (“yanlış bir hipotezi doğru
kabul etme hatası”!) ve üretilen her bilimsel bilgi bu alfa olasılığı ile
varlığını, yenisi bulununcaya kadar sürdürür. Bilimin en zayıf yanıymış gibi
görünen alfa, aslında dogmalardan farklı olarak sürekli yenilenmeyi ve bu
nedenle de bilimin yenilmezliğini gösterir! Alfa hatası nereden çıkmıştır? Dikkat:
- ∞ ile +∞ arasında, iki ucu da açık bir dağılımdan, yani değişimin ta
kendisini gösteren ve ona dayanan olasılık dağılımından! Kim dogmatik, kim
değişimden değil kesin bilgiden yana? Çarpıtma-Bilgi eksikliği 2: İstatistikten
korkma, öğrenmemekten kork!
“Evren
değişmeden kalır” argümanına gelelim: Bu arkaik görüş yerle bir olalı o kadar
çok zaman geçti ki, “siz hâlâ Newton’da mısınız” diyeceğiz, ama yine de kafası
karıştırılanlar için devam edelim. Pthagoras ile (hatta daha da önce) başlayan,
Euclides ile devam eden, Ptolemaios’un dünya merkezli evreni ve Aristoteles ile
Ortaçağ Engizisyonu’nun fikir babalığını yapan ve Newton’la matematiksel vücut
bulan bu düşünce; aslında tüm tek Tanrılı dinlerin bakış açısını (yaradılışçı
görüş) yansıtır: Tanrı her şeyi 6 günde yaratmıştır, o günden bu yana hiçbir
şey değişmemiştir! Bilmeyenler için söyleyelim, işte biraz önce sözü edilen
düşünürler ve daha niceleri Tanrı’nın bu mükemmelliğinin matematiğini bulmaya
çalışıyorlardı, bugünkü anlamda bilim falan yapma amaçları yoktu! Üstelik
Newton her şeyden önce bir simyacıydı! Bugünkü anlamda bilim ve bilim insanı
sözü ilk kez, Newton’dan çok sonra 1833 yılında kullanılacaktı! Ancak, Newton
bu arayışında, bugün bile hâlâ bazı koşullarda geçerli olan bazı yasaları buldu,
‘modern’ fiziği kurdu ve ardıllarına önemli bir miras bıraktı, farkı burada!
Ali Kuşçular vb de gözlemevini bilimsel bir buluş için değil, oruç ve namaz
zamanlarını dakik bir şekilde saptamak için (o zamanlar henüz saat icat
edilmemişti!) kurmuşlardı; ne zaman ki Avrupa’da büyük bir hastalık salgını
oldu, onun da ruhuna Fatiha okundu! Diyalektiğin birinci kuralı, “Hiçbir şey
değişmeden kalamaz, her şey değişim içindedir.” Einstein’ın Newton yasalarının
makro evrende işlemediğini (ya da belirli bir yere kadar işlediğini) göstererek
özel-genel görelilik kuramını geliştirmesi, ardından mikro evrenlerde ne Newton
ne de Einstein kuramının işlediğinin kuantum kuramıyla gösterilmesi, değişimin
ta kendisidir. Peki, bu gelişmeleri bilimciler nitel yaklaşımla mı gerçekleştirdiler?
Dinozor fosillerinin bazılarının sahte olduğunu evrim karşıtları mı
fosilbilimciler mi, G.Koreli genetikçinin kopyalama işleminin sahte olduğunu
nitelciler mi genetikbilimciler mi ortaya çıkardı ve nasıl? Çarpıtma-Bilgi
eksikliği 3: Bugünkü bilimi Newton ve Compte’la sulandırıp “yeni” bir paradigma
yaratmaya çalışmak, aslında arkaik metafiziği yeniden hortlatma çabasıdır!
“Evrende
bir düzen vardır ve değişmeden kalır” argümanı: Evet, evrende bir düzen vardır,
ama değişmeden kalmaz! Her düzen, bir süre sonra iç-dış etkilerle bozulur ve
yerini yeni düzene bırakır, öyleyse: Her düzen değişinceye kadar geçerlidir!
“Evren”in, “araştırma evreni” mi, yoksa cisimsel ve içinde var olduğumuz müthiş
büyüklükteki “evren” mi olduğunu bir yana bırakalım ve kozmik zaman ve kozmik
uzay içinde ne kadar küçük olduğumuza dönelim. Bu müthiş büyüklükteki kozmik
uzay ve zamanda, insanın ortaya çıkışı ve bugüne gelmesi, hayal etmekte
zorlandığımız bir “küçüğün küçüğünü” oluşturur. Cisimsel evrende,
gözlediğimiz-duyumsadığımız değişiklikler o kadar küçüktür ki, Stone Hange’deki
kayaların arasından ekinoks yine hâlâ aynı gün ve saatte gerçekleşmekte,
ilkçağlardan bu yana gökyüzünde gördüğümüz takım yıldızların konumu değişmez
göründüğünden astroloji (bir bilim dalı olan astronomi değil) hâlâ varlığını
sürdürmekte, Güneş yine Mısırlılar zamanındaki gibi (temel aldığımız eksene
göre) Doğudan yükselmekte, Batıdan batmaktadır… Gün gelecek tüm evren de yok
olacaktır, yenisini doğurmak üzere, ama milyarlarca yıl sonra… Bu farkına bile
varamayacağımız küçük değişiklikler (bu arada daha yeni, bilim olan
astronominin gözlemlerine dayanarak dünyanın Güneş etrafında 1 saniye
yavaşladığı için dünya saatine 1 saniye eklendi), Mars’a-Pluton’a çok dakik bir
şekilde uzay aracı göndermemizde bir değişiklik yaratıyor mu, evrenin
milyonlarca ışık yılı uzağındaki bir gök cisminin elementlerini analiz etmemizi
etkiliyor mu? Psikolojiye gelelim: Pekiştirme ilkeleri ilk insanlardan bu yana
değişti mi, yoksa pekiştirecin ne olduğu mu değişti? Peki evrendeki bu küçük de
olsa gerçekleşen değişimi kim, nasıl ortaya çıkardı? Anlamacı-yorumlayıcı
yaklaşım yoluyla nitelciler mi? Çarpıtma-Eksik bilgi 4: Kaos birilerinin
kafasında!
“Her
şey kaos içindedir, önceden hiçbir şey bilinemez; bu nedenle nedensellik doğru
değildir” argümanı: Schrödinger’in kedisinden bu yana pek çok kedi öldü ve
doğdu! Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, 1950’lerde Dirac (ve başkaları)
tarafından matematiksel olarak çözüldü, olasılıksal nedensellik gündeme geldi.
Kaosun yarattığı pek çok edebi, sanatsal, politik akım da tarihte yerini aldı;
bugünkü lazerin ve daha pek çok şeyin kuantum ilkeleriyle çalıştığını, çok
yakın gelecekte de kuantum bilgisayarlarıyla bu satırları yazacağımızı biliyor
musunuz? Eğer kaos olsaydı bunlar yapılabilir miydi, siz bu satırları
okuyabilir miydiniz? Öte yandan, hâlâ daha uzaya gönderilen araçların Newton
yasalarına göre gönderildiğini ve hareket ettiğini belirtelim. Zamanın
göreliliği, atomaltı parçacıkların kuantum dinamiği elbette önemli gelişmeler,
ama içinde yaşadığımız evrende bilim de nedensellik de işleyişine devam ediyor.
Ama, nitelcilerin ne yazık ki hâlâ Newton’a takılıp kalmalarından dolayı,
günümüzdeki bazı fen bilimciler gibi, nedenselliği sadece basit ve doğrusal
olarak bildikleri ve bilime de bunu atfettikleri anlaşılmaktadır; oysa doğrusal
olmayan faktör analizi bile çıkmış, adı John olmayan birisi bu nedensellik
türlerinin ne kadar çok olduğunu daha yeni yazmıştı. Çarpıtma-Bilgi eksikliği
5: Nihilizme yolculuk!
“Pozitivist
araştırma katıdır, araştırmacıyı yok sayar” argümanı: Her şeyden önce,
tekrarlayalım, nitelcilerin kastettiği bugünkü bilim mi ve başka da bir bilim
var mı? Hâlâ daha bir tarafta soyutlama diğer tarafta somutlama, bir tarafta
anlama diğer tarafta test etme diye birbirinden kopuk 19. yüzyıldaki gibi bir
bilimsel süreç tablosu çiziliyorsa, bu doğru değildir. Bilimci (ve kuram),
problemin bulunmasından hipotezlerin oluşturulmasına, ona uygun araştırma
düzeneği oluşturma, örneklem 13 seçme, veri toplama, verilerin analizi ve
raporun yazılmasına kadar bilimsel sürecin her aşamasında etkindir ve bilimsel
araştırma süreci de durağan değil, bir sarmal şeklinde dinamik bir süreçtir.
Bu
özellikten dolayı, bir (bilimsel) araştırmacı, hipotezlerini vs kurup
araştırmasını sürdürürken bir noktada, bambaşka problemleri görür, araştırmayı
yarıda keser ve yeni araştırmalar yapıp yeni bilgiler üretebilir. Bunun bilimde
pek çok örneği vardır: Örn., Viagra! Fen bilimlerinin Compte zamanındaki
deneyleri ve bilime bakışaçısı çok geride kaldı! Çarpıtma-Bilgi eksikliği 6:
Araştırmacısız araştırma!
“Pozitivist
yaklaşım tümdengelimci, nitelciler tümevarımcıdır” argümanı: Bu sav, “bugünkü
bilimciler kuramla ilgilenmezler, hiç kuram üretemezler” anlamı taşımaktadır.
Popper’ın ortodoks tümdengelimciliğinin üzerinden de epey sular aktı.
Tümdengelim ve tümevarım diyalektik (diyalekt değil) bir işleyiş içersindedir:
Bir kuram, hipotez veya önermeden sonra araştırmalar yapılır; bu kuram vd
desteklenir veya desteklenmez, onarılır veya tümden terk edilip yerini yeni
kuramlara bırakır; ama bunu tek tek testler yapmadan gerçekleştiremezsiniz ki,
o tek tek araştırmalar da yepyeni kuramlara yol açarlar, bu bir diyalektik
sarmaldır; durum budur. O “pozitivistler” hiç kuram ortaya çıkarmadı mı bugüne
kadar, kuramları üretmek nitelcilerin tekelinde midir? “Gömülü kuram”, “kuram
oluşturma”? Nitelcilere, en çok katı buldukları ölçmecilerden söz edelim:
“Ölçek geliştirme, aslında ölçülecek değişkene ilişkin bir kuram oluşturma;
ölçeğin yapısını sınama ise, o kuramın geçerliğinin test edilmesidir.”
Tümevarım-tümdengelim, yumurta-tavuk! Çarpıtma-Bilgi eksikliği 7: Bilgi olmadan
fikir olamaz, fikir olmadan da bilgi üretilemez!
“Bilginin
geçerliği, genellenebilirliği doğru değildir; çünkü her şey farklıdır”
argümanı: Nitelcilere, öncelikle evlerindeki elektrik lambası yanmadığında veya
arabalarının kontağını çevirdiklerinde çalışmadığında ne yaptıklarını sormak
gerekir. Peki Japonya’da veya bir yan odada elektrik ilkeleri işlemiyor mu?
Bilim, kaos içindeki dünyada ve evrende nasıl geçersiz bilgi üretmiş ki,
Artvin’den geçecek bir Güneş tutulmasının ancak bilmem kaç yıl sonra, şu gün şu
saatte olabileceğini tahmin edebiliyor, bilmem kaç milyon ışık yılı ötedeki
yeni bir gök cisminin atmosferindeki elementleri analiz edebiliyor vs? Ha
sosyal bilimlere gelelim. Pekiştirme ilkeleri işlemiyor mu? O çok yabani, kendi
ortamında asla yapmayacak olduğu bir davranışı bir fil, bir aslan vb sirklerde
nasıl yapabilir (buna çok karşı olduğumuzu belirtelim, sadece pekiştirme
ilkelerinin işleyişi açısından örnek veriyoruz) duruma getiriliyor? Klinik
psikologlar terapileri hangi bilgilere dayanarak yapıyorlar? Rogers’ın dediği
gibi, her insan bir mikrokozmozdur, doğrudur; bireysel farklarımız vardır; ama
ortak noktalarımız da vardır; insanların kimileri 1 ayda kimleri 9 ayda
kimileri 30 ayda doğmuyor, kimileri 3cm kimleri 52cm kimileri de 200cm
doğmuyor; kimi 2 günlükken kimi 5 yaşında yürümeye, konuşmaya vb başlamıyor…
Bireysel farkları da olsa benzer ortak gelişim özelliklerine sahipler. Zaten,
bilimin ortak dili olan istatistik de tam da bu durumun soyut yansımasından
başka bir şey değildir; benzerlik (merkezi eğilim ölçüleri) ve farklılık
(değişim ölçüleri) ölçüleri bunun için birlikte kullanılır. Hipotez testleri de
tam da bu benzerlik ve farklılıklardan dolayı belirli bir hata olasılığıyla
aslında örneklemden evrene genellemeyi (benzer bireyler-ortamlar için de
üretilen bilginin geçerli olup olmadığını) test ederler ve bu, fen bilimleri
için de sosyal bilimler için de geçerlidir. Bir insanın davranışlarının, çok
sayıda değişken davranışlarımızı yönlendirdiği için, fen bilimlerindeki gibi
yasalarla (şimdilik) tanımlanamayacağı, bilimsel yöntemin geçersiz olduğunu
göstermez ki… İlk psiko-fizik ölçme girişimlerinde yasalar oluşturulmuştur (Weber,
Fechner gibi), çünkü fiziksel bir uyarıcı ile duyum-algı gibi psikolojik tepki
ilişkisini araştırmışlardır. Ancak, bugün biliyoruz ki, insan davranışını çok
sayıda değişken biçimlendirir; bunları şu an için eşitliğe koyamamış olmamız
hiç koyamayacağımız ve çözemeyeceğimiz anlamı taşımaz ki; bilim de zaten tam da
bunları bulma etkinliğinin kendisidir. Bundan 100 yıl önceki bilgilerimiz ile
şimdikiler arasında o kadar fark var ki… Zaten bilim tam da bu arayışın, bilme
çabasının adı değil mi? Geçerli olmayan, genellenmeyen bilgi ne işe yarar?
Nitelle ne tür bilgi üretilecek ve üretildi? Bilimsel bilgi, yenisi buluncaya
kadar güvenilir, geçerli, yanlışlanabilen, tekrarlanabilen, test edilebilen,
birikici, vs bilgidir ve bizi bugüne getiren bir bilgi üretme yolunun
sonucudur. Çarpıtma-Bilgi eksikliği 8: “Benim ürettiğim bilgi kimseyi
bağlamaz!”
Daha
pek çok konu ele alınabilir, ancak yukarıdakilerin yeterli olacağı
düşünülmüştür. Son söz, ‘suya sabuna dokunmayan’ karmacılara: Bugünkü bilimsel
çalışmalarda, zaten bilimci bilişsel süreçleri ve müdahaleleriyle sürecin ta
içindedir, araştırmanın doğasına bağlı olarak yapılandırılmamış-yarı
yapılandırılmış görüşmeler yapılmakta ve veri malzemelerinden içerik analiziyle
veri üretilmektedir, vs… gerisini siz düşünün.
Adnan Erkuş
Kaynakça : İlköğretim Online, 14(3), dy:1-17, http://ilkogretim-online.org.tr. , sf. 11-14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder