Alanyazın incelendiğinde, bilimde etik dışı davranışların nedenlerine ilişkin yaklaşık bir mutabakatın var olduğu görülmektedir. Bu konu, çeşitli yazarlar tarafından benzer alt başlıklarda ele alınmakta, yapılan izahlar ise daha çok güncel kaynak veya örnekler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Aşağıdaki alt başlıklarda ise güncel literatürden plana çıkan başlıca hususlar, mümkün olduğu ölçüde felsefi kökenlerine kadar götürülerek açıklanmıştır.
Bilgi veya Donanım Eksikliği: Bilimsel etik
ihlallerinin en önemli sebeplerinden biri, bilimsel etik kuralları hakkında
yeterli bilgiye sahip olmamaktan kaynaklanmaktadır. Bu eksiklik hem kurumsal
hem de bireysel düzeyde ortaya çıkabilmektedir. Örneğin bir araştırmacı, bilgi
eksikliğinden dolayı intihali yanlış yorumlayabilmekte veya atıf yapma konusuna
riayet ettiği hâlde bunu yanlış bir biçimde uygulayabilmektedir (Aktekin, 1997:
57).
Bilimsel
araştırmacılar, araştırma yapmaya başlamadan önce bilimsel etik kuralları
açısından yeterince bilgi sahibi olmaması nedeniyle gerek araştırma esnasında,
gerekse araştırma sonrası yayın esnasında yaptığı ihlal fark edilip
düzeltilmediği sürece yanlış yaptığını fark edememektedir. Bunun sonucunda da
bilimsel etik kurallarına uygun olmayan bir bilimsel araştırma yapmış ve
yayınlamış olmaktadır.
İnternette
ulaşılan bilgilerin kamuya ait olduğu yönündeki bilgi eksikliğine dayalı yanlış
algı, bu bilgilerin kaynak gösterilmeksizin bilimsel yayınlarda kullanılmasına
yol açmaktadır. Dolayısıyla araştırmacının, internetten elde ettiği verilerin herkese
ait ve genel nitelikli veriler olduğunu varsayması da etik ihlaline kaynaklık
edebilmektedir. Yabancı dil yetersizliğini de bilgi eksikliği kapsamında ele
alabilmek mümkündür. Bilimsel araştırma yapacak olan bilimci, yabancı dil
yeterliliğine sahip olmadığı takdirde başka birinin yeterliliğinden
faydalanarak yabancı kaynaklarda araştırma yapmaya çalışabilmekte, bu durum da
etik ihlali yapmasına sebep olabilmektedir (Atalay, 2011: 8). Araştırmaya
danışmanlık yapanlar veya jüri heyetinde bulunanların yabancı dil yetersizliği,
etik ihlaline neden olabilmektedir. Örneğin bir araştırmacı, yabancı bir
kaynaktan intihal yaptığında, danışmanın veya jürinin yabancı dil yetersizliği,
yapılan intihalin fark edilememesine sebep olabilmektedir (Shashok, 2011: 304).
Bilimsel
çalışmalarda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan ve bütün araştırmaları kapsayan bir
sorun olarak “sınırlı rasyonellik” hususundan da bahsetmek gerekmektedir.
Sınırlı rasyonellik yaklaşımına göre bireyler doğal olarak, bilgi işleme yeteneği
bakımından kısıtlıdırlar. Araştırma sürecinde araştırmacılar, çeşitli
belirsizliklerle karşılaşmaktadırlar çünkü bilgi/zaman/dikkat yetersizliği veya
yetenek eksikliği gibi nedenlerden dolayı gerekli bilgiyi işleyememekte ve
gerekli bilimsel eylemleri yürütememektedirler. Araştırma yapma niyetiyle yola
çıkan her bir araştırmacı, olay ve bireylerden bağımsız dışsal bir gerçeklik
olarak var olduğuna ilişkin teorik öngörüde bulunduğu bilimsel konularda
bilgi/zaman/dikkat/yetenek eksikliği gibi nedenlerden dolayı bilgiyi yüzde
yüzlük mutlak bir biçimde işleyememek gibi bir kısıt ile karşı karşıya
bulunmaktadır.
Kaynağa
Birebir Bağlı Kalma: Bu konu, yukarıdaki ”Bilgi ve Donanım Eksikliği”
başlığından çok büyük bir farklılık ortaya koymamakla birlikte, kendine özgü
hususları da bünyesinde barındırmaktadır. Bilimsel araştırma konusunda bilgi ve
deneyim eksikliği bulunan bazı araştırmacılar, kendilerini, erişmiş oldukları
kaynaklara birebir bağlı kalma gereksinimi içinde hissedebilmekte ve bu
doğrultuda davranış sergileyebilmektedirler. Kaynak gösterme gerekliliklerini
tam olarak bilmediklerinden ya da bu konudaki bilgi düzeyleri yeterli olmasına
rağmen, alıntı yaptıkları metinde ifade edilen hususları, kendi özgün
cümlelerine dönüştürmeyi yetkin bir şekilde gerçekleştiremeyecekleri yönünde
bireysel güven eksikliği içinde bulunabilmektedirler. Söz konusu nedenlerle
ortaya çıkan bu olumsuzlukları çeşitli nedenlere dayandırabilmek mümkündür. Her
şeyden önce bu konu, kadim bir mesele olarak her zaman için var olagelmiştir.
Zira bilimsel bilgiyi, tahlil edilebilir en eski kaynak haline getiren düşünür
olan Platon’un eserlerinde de bu tür bir durumla karşılaşılmaktadır. Bilindiği
üzere Platon, yazmış olduğu ilk eserlerinde, hocası Sokrates’in adeta gölgesi
altında kalmış, hocasından yaptığı birebir aktarmaların ötesine geçmekte
zorlanmıştır. Platon, eserlerini yazmaya devam ettikçe, giderek kendi tarzını
oluşturmaya başlamıştır.
Kendi tarzını oluşturma konusu, başlı başına
bir süreci bir süreci ifade etmekte ve sadece bilimsel yayın üretmeye yönelik
yazı yazma eylemi ile sınırlı kalmamaktadır. Örneğin resim sanatında, bir
çizerin kendi tarzını yakalaması, ancak çok uzun bir zaman diliminde
gerçekleşebilmektedir. Resim yapma eyleminin, reprodüksiyonla (çoğaltma) başladığı
yönünde genel geçer bir kanaat bulunmaktadır. En büyük ressamların bile resme
başlarken bir şeyleri birebir resmetme çabasına giriştikleri, çizgilerinin
olgunluk ve karakter kazanmasıyla birlikte, kendi özgün tarzını oluşturmaya
başladıkları bilinmektedir. Bir resme bakıldığında, çizerinin kim olduğu
kolaylıkla anlaşılabiliyorsa, çizerin tarzının resme yansıdığı ve bu alanda
ehil olduğu kanaati güçlenmektedir. Benzer bir anlayış, yazma eylemine dayalı
olan edebiyat alanı için de geçerli olmaktadır. Edebiyat alanında yapılan bir
araştırma, belirli bir yazar özelinde yapılıyorsa, bu araştırmanın, yaşamını
yitirmiş veya yaşamının (dolayısıyla da aktif yazarlığının) son devrelerine
gelmiş bir yazar üzerinde yürütülmesi makbul karşılanmaktadır bu sayede, söz konusu
yazarın ilk yıllarına kimlerden veya hangi akımlardan etkilendiği, daha sonra
kendi tarzını nasıl oluşturmaya ve en nihayetinde nasıl bir
yetişkinlik/yetkinlik dönemine ulaştığı ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Edebiyat alanında gözetilen bu bireysel gelişme basamakları, bilimsel araştırma
yapan bireylere uyarlandığında, benzer bir dönemselliğin söz konusu olacağı
açıkça görülmektedir. Zira yeni araştırmacılar, ilk çalışmalarında,
araştırmanın (asgari müştereklerde ve salimen) yürütülmesi bakımından görece
daha zor alanlar olan kuramsal veya felsefi derinliği olan çalışmalardan uzak
durmaya gayret etmekte, danışmanlarının da yönlendirmesiyle, daha önce
çalışılmış bir konunun ayrıntı denilebilecek bazı huşularda farklılaştırılması
doğrultusunda çalışmaya yön vermektedirler. Araştırmacının tecrübe ve meleke
kazanmasıyla birlikte, çalışma tarzı da özgünleşerek kişisel yetkinlik düzeyine
erişebilmektedirler.
Araştırma
Konularının Özgün Olmaması: Bir araştırmacının yapacağı bilimsel bir araştırma,
daha önce aynısı veya benzerleri yapılmış bir araştırma ise, etik kurallarının
ihlaline kolaylıkla neden olabilmektedir. Araştırmacı, literatür taraması
yaptığında, çalışma konusuna yakın alanlarda yapılan araştırmaları görmekte,
fazla emek harcamak istemediği içinde etik ihlali yapabilmektedir (Toplu, 2012:
660).
Bilimsel
araştırmalar için gerek şart olan öncül çalışmalara müracaat edilmesi hususu,
yüzyıllardır bilinen bir gerçekliktir. Halihazırda bilimsel literatüre girmiş
olanı araştırmak ve bilmek önemli olmakla birlikte, var olanı geliştirip
yeniden üretmek suretiyle katkı yapmak gerekliliği yüzyıllardır çeşitli
şekillerde ifade edilmektedir (Keskin, 2012: 229). Bu hususa dikkat çeken bazı
filozofların görüşleri aşağıda aktarılmıştır.
Farabi’ye göre, ilk öncüllere ait bilgilere
ancak araştırma, öğrenme ve yorum yapmakla varılabilmektedir. Bireyde, az
bilinen konulara dair çaba ve öğrenim yoluyla inanç, fikir veya bilgi ortaya
çıkması durumunda, istenilen sonuç elde edilebilmektedir (Farabi, 2004: 21).
Ebu Reyhan el Biruni, benzer görüşleri Farabi’den yaklaşık yüzyıl sonra
yinelemiştir. Biruni’ye göre, “her insan için zaruri olan, kendi dalında
kendisinden öncekilerin gayretlerini kabul etmek, eksikliklerini gidermek ve
kendisinden sonra gelenlere bir öğüt olması bakımından güzel fikirleri devam
ettirmek işini yapmaktır” (Turan, 2002: 41). Bu iki düşünürden yaklaşık beş yüz
yıl sonra Descartes şunları ifade etmiştir: “Eskiden varılmış olan buluşları
tanımak ve bulunacak daha nelerin kaldığını öğrenmek, pek çok sayıda kimsenin
çalışmalarından yararlanmak için eskilerin kitaplarını okumak gereklidir
(Descartes, 1999: 14).
Öncül
çalışmalar üzerinde araştırma yapmak gerek şart olmakla birlikte yeterli
değildir çünkü yayın süreçlerinden geçerek kabul edilmiş bilimsel çalışmalar
“mutlak kaliteyi” garantilememektedir. Yayınlanan bazı bilimsel çalışmalar,
yayın inceleme kurulu veya jüri tarafından güç-bela “yeterli” olarak
değerlendirilmiş olabilmektedir (Altunışık ve Diğ, 2002: 24). Dolayısıyla bilim
insanlarının, öncül araştırmalar üzerine çalışma yaparken ele aldıkları öncül
çalışmaları mutlak anlamda yeterli olarak algılamamaları gerekmektedir.
Bilimsel
Çalışma İçin Yeterince Zaman ve Kaynak Ayrılmaması: Bilimin doğması ve
gelişmesi için, Aristoteles’in de ifade ettiği gibi, boş zamanı olan insanların
bulunması gerekmektedir ama bu yeterli olmamaktadır. Bunun yanı sıra teori
üreten insanların da ortaya çıkması gerekmektedir. Yine bu teori uygulamasının,
bilimsel etkinliğin toplumun gözünde bir değeri olması gerekmektedir (Koyre,
2004: 255). Aristoteles’ten günümüze dek bilinen kadim bir konu olan bu sorunun
arkasına sığınan birçok araştırmacı, etik dışı davranışlara tevessül
edebilmektedir.
Birçok
araştırmacının, bizzat yürütmüş oldukları araştırmaya olan katkılarının yeterli
düzeyde gerçekleşmediği rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Gerek
araştırmacıların, gerek denetim ve kontrol mekanizması olarak işlev gören
akademik danışman ve hakemlerin, ironik bir şekilde akademik çalışmaları
desteklemeye yeterince zaman ayır(a)madıkları görülmektedir. Bilimsel araştırma
yapan birey, yürütmekte olduğu bilimsel çalışmanın etik kurallara uygun olması
için yeterince zaman ayırmadığı ve gerekli titizliği sergilemediği takdirde
etik ihlali yapabilmektedir. Etik ihlalinin yapıldığı tespit edilmesi
durumunda, birçok araştırmacı zaman kısıtını mazeret olarak öne sürebilmektedir
fakat bu veya farklı türden diğer hiçbir mazeretin, etik ihlalini ortadan
kaldırması mümkün olmamaktadır.
Bilimsel
çalışma için yeterince zaman ayrılmamasına benzer bir şekilde bireyin emek
tembelliğine meyletmesi de söz konusu olabilmektedir. Bilimsel araştırma yapan
birey, emek tembelliği veya emek hırsızlığı yapmak istediği takdirde, bilimsel
etik ihlaline tevessül edebilmektedir. Geliştirilen ileri düzeydeki yazılımlara
rağmen şayet birey emek tembelliği yapmaya karar verdiyse ve bunu emek
hırsızlığı ile telafi yolunu seçtiyse bu konudaki denetim mekanizmaları
yetersiz kalabilmektedir.
Araştırmaların
yürütülebilmesi, mali olanaklar ile doğru orantılı olarak
gerçekleştirilebilmektedir. Sahip olunan kaynaklarla, gerçekleştirilmek
istenilen araştırmanın uyumlu olup olmadığının ortaya konulması gerekmektedir
(Altunışık ve diğ, 2002: 32). Araştırma için yeterli kaynağa sahip olunmaması,
etik ihlaline kaynaklık edebilmektedir.
Bilimsel
Değerlendirmede Niteliğe Değil Niceliğe Önem Verilmesi: Bilim adamının yaptığı
çalışmalar bilimsel olarak değerlendirilirken genellikle nitelikten çok
niceliğe önem verilmektedir. Örneğin uluslararası dergilerde yayınladığı makale
sayısının çokluğu, makale sahibini değerlendirirken makalelerin niteliğinin
önüne geçmektedir. Bu durum, bilim insanı açısından nitelikten çok niceliğe
önem vermeye ve etik kuralları ihlal etmeye neden olabilmektedir (Toplu, 2012:
667).
Hölse’e
göre, bilim insanlarının yaptıkları çoğunlukla meslektaşlarının yaptıklarını
okumaktan, onlar hakkında bilimsel dergilere yazı yazmaktan ibaret olmaktadır.
Bu nedenle de yazılanlar özgün ve esinlendirici olmamaktadır. Akademik
dünyadaki “publish or perish” (yayın yap ya da yok ol) sloganı, bilim
insanlarını yazmaya zorlamakta, bu da enformasyon selini artırarak, bilimlerin
kendi temellerini (felsefi kökenlerini) görmelerine engel oluşturmaktadır
(Hölse, 2001: 111). Akademik kariyer için gerekli olan asgari şartlar arasında
yayın zorunluluğu da yer almaktadır. Bu da etik ihlallerine kaynaklık
edebilmektedir.
Diğer
Nedenler: Bilimsel çalışmalarda etik dışı davranışlara neden olan davranışlar
olarak, yukarıda sıralanan ve açıklananlara ilave olarak birçok hususun
sıralanmakta olduğu görülmektedir. Örneğin “Eğitim sisteminin yetersizliği”
hususunu, bu çerçevede ele alarak açıklayanlara rastlanabilmektedir (Uçak ve
Birinci, 2008: 194; Atalay, 2011). Bu husus, inkardan gelinemeyecek ve herkesçe
bilinen bir gerçeklik olmakla birlikte, her türlü konunun altında yatan bir
sebep olarak sürekli olarak gündeme getirilmesi nedeniyle giderek beylik bir
söylem halini almaya başlamıştır. “Eğitim gereksizdir ama gerekli olduğu yerde
yetersizdir” sözü bu konuda kapsayıcı, kuşatıcı ve içerik verici bir niteliğe
sahip bulunmaktadır. Zira eğitim, gerekli olmakla birlikte; her zaman, her
yerde ve herkese uygulanması gereken bir özellik taşımamaktadır. Her eğitimi,
herkese vermek mantıklı olmadığı gibi mümkün de olmamaktadır. Bilimsel araştırma
etiğine yönelik eğitim de önemli olmakla birlikte, bu konudaki eğitimin, ilgili
bilim çevrelerine verilmesi gerekmektedir. Söz konusu gereklilikten hareketle,
“Eğitim gereksizdir ama gerekli olduğu yerde yetersizdir” sözüne geri
dönüldüğünde, ilgili bilim çevrelerine bu konuda verilecek eğitimin hududu
bulunmamaktadır. Bilim çevrelerine, bilim etiği konusunda ne kadar eğitim
verilse verilsin bunun kifayetsiz olacağı bir gerçekliktir çünkü gerekliliğin
olduğu yerde eğitime sınır çizilememektedir. Zaten öyle olmasaydı, verilen onca
eğitimden sonra, günümüzde artık bilimsel etik ihlalinin ortadan kalkmış olması
beklenebilirdi. Önemli bir konu olmasına karşın, yukarıda yapılan açıklama ve
fikir yürütmelerin afaki olduğu ve nedenselliğe dayalı bu alt başlığın
içeriğine uygun olmadığı kanaatini uyandırması olası gözükmektedir. Dolayısıyla
bu alt başlığa sadık kalma adına ve söz konusu nedenselliğe ve
davranışsal/felsefi kökene dayalı anlatım yapma amacı doğrultusunda aşağıdaki
açıklamalara yer verilmiştir.
Adler için geçmiş yaşantılar, bireyin
kişiliğinin oluşumunda önemli bir yer işgal etmektedir (Adler, 2011: 101).
Araştırmacıların geçmiş yaşantıları da bilimsel tarzları bakımından aynı önemi
taşımaktadır. Örneğin, çocuk yaşta hırsızlık yapan bireylere yönelik karar
verme konumunda bulunan bir hâkim, şayet çocukluğunda çeşitli hırsızlıklar
yapmışsa böylesi davalara kişisel takdir hakkı bakımından hoşgörüyle
yaklaşabilmektedir. Buna karşın, çocukluğunda hırsızlığın her türlüsüne
mesafeli durmuş olan başka bir hâkim ise takdir hakkını kullanırken çok daha
katı bir tavır sergileyebilmektedir. Benzer şekilde, eğitim-öğretim sürecinde
sınavlarda kopya çekmeyi alışkanlık hâline getiren ve bu etik ihlaline karşı
ciddi bir yaptırımla karşılaşmayan bir birey, gelecekte yaptığı bilimsel
araştırmalarda da etik kuralları da ihlal edebilmektedir.
Diğer
nedenler kapsamında son olarak ifade edilebilecek husus ise “yaptırımların
yetersizliği” olarak gündeme gelmektedir. Birçok hak ihlalinde olduğu gibi,
bilimsel etik ihlali yapanların da belirlenmiş ve caydırıcı nitelikte
yaptırımla karşılaşmaması, bu tür ihlallere kaynaklık edebilmektedir. Genel
anlamda düşünüldüğünde de suçlar, verilen cezaların caydırıcılığı oranında
azalma göstermektedir. Bilimsel etik ihlallerine yönelik yaptırımlar henüz
caydırıcı bir nitelik taşımamaktadır. Caydırıcı yaptırımlarla
karşılaşmayacağına kanaat getiren bazı araştırmacılar ise etik ihlallerine
karşı kayıtsız bir tavır sergileyebilmektedirler.
Uğur Keskin
Kaynakça : Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2017 10/4, sf. 661-667
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder