T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

4 Haziran 2021 Cuma

Bilimsel Çalışmalarda Etik Dışı Davranışların Nedenleri

Alanyazın incelendiğinde, bilimde etik dışı davranışların nedenlerine ilişkin yaklaşık bir mutabakatın var olduğu görülmektedir. Bu konu, çeşitli yazarlar tarafından benzer alt başlıklarda ele alınmakta, yapılan izahlar ise daha çok güncel kaynak veya örnekler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Aşağıdaki alt başlıklarda ise güncel literatürden plana çıkan başlıca hususlar, mümkün olduğu ölçüde felsefi kökenlerine kadar götürülerek açıklanmıştır.

 Bilgi veya Donanım Eksikliği: Bilimsel etik ihlallerinin en önemli sebeplerinden biri, bilimsel etik kuralları hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaktan kaynaklanmaktadır. Bu eksiklik hem kurumsal hem de bireysel düzeyde ortaya çıkabilmektedir. Örneğin bir araştırmacı, bilgi eksikliğinden dolayı intihali yanlış yorumlayabilmekte veya atıf yapma konusuna riayet ettiği hâlde bunu yanlış bir biçimde uygulayabilmektedir (Aktekin, 1997: 57).

Bilimsel araştırmacılar, araştırma yapmaya başlamadan önce bilimsel etik kuralları açısından yeterince bilgi sahibi olmaması nedeniyle gerek araştırma esnasında, gerekse araştırma sonrası yayın esnasında yaptığı ihlal fark edilip düzeltilmediği sürece yanlış yaptığını fark edememektedir. Bunun sonucunda da bilimsel etik kurallarına uygun olmayan bir bilimsel araştırma yapmış ve yayınlamış olmaktadır.

İnternette ulaşılan bilgilerin kamuya ait olduğu yönündeki bilgi eksikliğine dayalı yanlış algı, bu bilgilerin kaynak gösterilmeksizin bilimsel yayınlarda kullanılmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla araştırmacının, internetten elde ettiği verilerin herkese ait ve genel nitelikli veriler olduğunu varsayması da etik ihlaline kaynaklık edebilmektedir. Yabancı dil yetersizliğini de bilgi eksikliği kapsamında ele alabilmek mümkündür. Bilimsel araştırma yapacak olan bilimci, yabancı dil yeterliliğine sahip olmadığı takdirde başka birinin yeterliliğinden faydalanarak yabancı kaynaklarda araştırma yapmaya çalışabilmekte, bu durum da etik ihlali yapmasına sebep olabilmektedir (Atalay, 2011: 8). Araştırmaya danışmanlık yapanlar veya jüri heyetinde bulunanların yabancı dil yetersizliği, etik ihlaline neden olabilmektedir. Örneğin bir araştırmacı, yabancı bir kaynaktan intihal yaptığında, danışmanın veya jürinin yabancı dil yetersizliği, yapılan intihalin fark edilememesine sebep olabilmektedir (Shashok, 2011: 304).

Bilimsel çalışmalarda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan ve bütün araştırmaları kapsayan bir sorun olarak “sınırlı rasyonellik” hususundan da bahsetmek gerekmektedir. Sınırlı rasyonellik yaklaşımına göre bireyler doğal olarak, bilgi işleme yeteneği bakımından kısıtlıdırlar. Araştırma sürecinde araştırmacılar, çeşitli belirsizliklerle karşılaşmaktadırlar çünkü bilgi/zaman/dikkat yetersizliği veya yetenek eksikliği gibi nedenlerden dolayı gerekli bilgiyi işleyememekte ve gerekli bilimsel eylemleri yürütememektedirler. Araştırma yapma niyetiyle yola çıkan her bir araştırmacı, olay ve bireylerden bağımsız dışsal bir gerçeklik olarak var olduğuna ilişkin teorik öngörüde bulunduğu bilimsel konularda bilgi/zaman/dikkat/yetenek eksikliği gibi nedenlerden dolayı bilgiyi yüzde yüzlük mutlak bir biçimde işleyememek gibi bir kısıt ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Kaynağa Birebir Bağlı Kalma: Bu konu, yukarıdaki ”Bilgi ve Donanım Eksikliği” başlığından çok büyük bir farklılık ortaya koymamakla birlikte, kendine özgü hususları da bünyesinde barındırmaktadır. Bilimsel araştırma konusunda bilgi ve deneyim eksikliği bulunan bazı araştırmacılar, kendilerini, erişmiş oldukları kaynaklara birebir bağlı kalma gereksinimi içinde hissedebilmekte ve bu doğrultuda davranış sergileyebilmektedirler. Kaynak gösterme gerekliliklerini tam olarak bilmediklerinden ya da bu konudaki bilgi düzeyleri yeterli olmasına rağmen, alıntı yaptıkları metinde ifade edilen hususları, kendi özgün cümlelerine dönüştürmeyi yetkin bir şekilde gerçekleştiremeyecekleri yönünde bireysel güven eksikliği içinde bulunabilmektedirler. Söz konusu nedenlerle ortaya çıkan bu olumsuzlukları çeşitli nedenlere dayandırabilmek mümkündür. Her şeyden önce bu konu, kadim bir mesele olarak her zaman için var olagelmiştir. Zira bilimsel bilgiyi, tahlil edilebilir en eski kaynak haline getiren düşünür olan Platon’un eserlerinde de bu tür bir durumla karşılaşılmaktadır. Bilindiği üzere Platon, yazmış olduğu ilk eserlerinde, hocası Sokrates’in adeta gölgesi altında kalmış, hocasından yaptığı birebir aktarmaların ötesine geçmekte zorlanmıştır. Platon, eserlerini yazmaya devam ettikçe, giderek kendi tarzını oluşturmaya başlamıştır.

 Kendi tarzını oluşturma konusu, başlı başına bir süreci bir süreci ifade etmekte ve sadece bilimsel yayın üretmeye yönelik yazı yazma eylemi ile sınırlı kalmamaktadır. Örneğin resim sanatında, bir çizerin kendi tarzını yakalaması, ancak çok uzun bir zaman diliminde gerçekleşebilmektedir. Resim yapma eyleminin, reprodüksiyonla (çoğaltma) başladığı yönünde genel geçer bir kanaat bulunmaktadır. En büyük ressamların bile resme başlarken bir şeyleri birebir resmetme çabasına giriştikleri, çizgilerinin olgunluk ve karakter kazanmasıyla birlikte, kendi özgün tarzını oluşturmaya başladıkları bilinmektedir. Bir resme bakıldığında, çizerinin kim olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyorsa, çizerin tarzının resme yansıdığı ve bu alanda ehil olduğu kanaati güçlenmektedir. Benzer bir anlayış, yazma eylemine dayalı olan edebiyat alanı için de geçerli olmaktadır. Edebiyat alanında yapılan bir araştırma, belirli bir yazar özelinde yapılıyorsa, bu araştırmanın, yaşamını yitirmiş veya yaşamının (dolayısıyla da aktif yazarlığının) son devrelerine gelmiş bir yazar üzerinde yürütülmesi makbul karşılanmaktadır bu sayede, söz konusu yazarın ilk yıllarına kimlerden veya hangi akımlardan etkilendiği, daha sonra kendi tarzını nasıl oluşturmaya ve en nihayetinde nasıl bir yetişkinlik/yetkinlik dönemine ulaştığı ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Edebiyat alanında gözetilen bu bireysel gelişme basamakları, bilimsel araştırma yapan bireylere uyarlandığında, benzer bir dönemselliğin söz konusu olacağı açıkça görülmektedir. Zira yeni araştırmacılar, ilk çalışmalarında, araştırmanın (asgari müştereklerde ve salimen) yürütülmesi bakımından görece daha zor alanlar olan kuramsal veya felsefi derinliği olan çalışmalardan uzak durmaya gayret etmekte, danışmanlarının da yönlendirmesiyle, daha önce çalışılmış bir konunun ayrıntı denilebilecek bazı huşularda farklılaştırılması doğrultusunda çalışmaya yön vermektedirler. Araştırmacının tecrübe ve meleke kazanmasıyla birlikte, çalışma tarzı da özgünleşerek kişisel yetkinlik düzeyine erişebilmektedirler.

Araştırma Konularının Özgün Olmaması: Bir araştırmacının yapacağı bilimsel bir araştırma, daha önce aynısı veya benzerleri yapılmış bir araştırma ise, etik kurallarının ihlaline kolaylıkla neden olabilmektedir. Araştırmacı, literatür taraması yaptığında, çalışma konusuna yakın alanlarda yapılan araştırmaları görmekte, fazla emek harcamak istemediği içinde etik ihlali yapabilmektedir (Toplu, 2012: 660).

Bilimsel araştırmalar için gerek şart olan öncül çalışmalara müracaat edilmesi hususu, yüzyıllardır bilinen bir gerçekliktir. Halihazırda bilimsel literatüre girmiş olanı araştırmak ve bilmek önemli olmakla birlikte, var olanı geliştirip yeniden üretmek suretiyle katkı yapmak gerekliliği yüzyıllardır çeşitli şekillerde ifade edilmektedir (Keskin, 2012: 229). Bu hususa dikkat çeken bazı filozofların görüşleri aşağıda aktarılmıştır.

 Farabi’ye göre, ilk öncüllere ait bilgilere ancak araştırma, öğrenme ve yorum yapmakla varılabilmektedir. Bireyde, az bilinen konulara dair çaba ve öğrenim yoluyla inanç, fikir veya bilgi ortaya çıkması durumunda, istenilen sonuç elde edilebilmektedir (Farabi, 2004: 21). Ebu Reyhan el Biruni, benzer görüşleri Farabi’den yaklaşık yüzyıl sonra yinelemiştir. Biruni’ye göre, “her insan için zaruri olan, kendi dalında kendisinden öncekilerin gayretlerini kabul etmek, eksikliklerini gidermek ve kendisinden sonra gelenlere bir öğüt olması bakımından güzel fikirleri devam ettirmek işini yapmaktır” (Turan, 2002: 41). Bu iki düşünürden yaklaşık beş yüz yıl sonra Descartes şunları ifade etmiştir: “Eskiden varılmış olan buluşları tanımak ve bulunacak daha nelerin kaldığını öğrenmek, pek çok sayıda kimsenin çalışmalarından yararlanmak için eskilerin kitaplarını okumak gereklidir (Descartes, 1999: 14).

Öncül çalışmalar üzerinde araştırma yapmak gerek şart olmakla birlikte yeterli değildir çünkü yayın süreçlerinden geçerek kabul edilmiş bilimsel çalışmalar “mutlak kaliteyi” garantilememektedir. Yayınlanan bazı bilimsel çalışmalar, yayın inceleme kurulu veya jüri tarafından güç-bela “yeterli” olarak değerlendirilmiş olabilmektedir (Altunışık ve Diğ, 2002: 24). Dolayısıyla bilim insanlarının, öncül araştırmalar üzerine çalışma yaparken ele aldıkları öncül çalışmaları mutlak anlamda yeterli olarak algılamamaları gerekmektedir.

Bilimsel Çalışma İçin Yeterince Zaman ve Kaynak Ayrılmaması: Bilimin doğması ve gelişmesi için, Aristoteles’in de ifade ettiği gibi, boş zamanı olan insanların bulunması gerekmektedir ama bu yeterli olmamaktadır. Bunun yanı sıra teori üreten insanların da ortaya çıkması gerekmektedir. Yine bu teori uygulamasının, bilimsel etkinliğin toplumun gözünde bir değeri olması gerekmektedir (Koyre, 2004: 255). Aristoteles’ten günümüze dek bilinen kadim bir konu olan bu sorunun arkasına sığınan birçok araştırmacı, etik dışı davranışlara tevessül edebilmektedir.

Birçok araştırmacının, bizzat yürütmüş oldukları araştırmaya olan katkılarının yeterli düzeyde gerçekleşmediği rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Gerek araştırmacıların, gerek denetim ve kontrol mekanizması olarak işlev gören akademik danışman ve hakemlerin, ironik bir şekilde akademik çalışmaları desteklemeye yeterince zaman ayır(a)madıkları görülmektedir. Bilimsel araştırma yapan birey, yürütmekte olduğu bilimsel çalışmanın etik kurallara uygun olması için yeterince zaman ayırmadığı ve gerekli titizliği sergilemediği takdirde etik ihlali yapabilmektedir. Etik ihlalinin yapıldığı tespit edilmesi durumunda, birçok araştırmacı zaman kısıtını mazeret olarak öne sürebilmektedir fakat bu veya farklı türden diğer hiçbir mazeretin, etik ihlalini ortadan kaldırması mümkün olmamaktadır.

Bilimsel çalışma için yeterince zaman ayrılmamasına benzer bir şekilde bireyin emek tembelliğine meyletmesi de söz konusu olabilmektedir. Bilimsel araştırma yapan birey, emek tembelliği veya emek hırsızlığı yapmak istediği takdirde, bilimsel etik ihlaline tevessül edebilmektedir. Geliştirilen ileri düzeydeki yazılımlara rağmen şayet birey emek tembelliği yapmaya karar verdiyse ve bunu emek hırsızlığı ile telafi yolunu seçtiyse bu konudaki denetim mekanizmaları yetersiz kalabilmektedir.

Araştırmaların yürütülebilmesi, mali olanaklar ile doğru orantılı olarak gerçekleştirilebilmektedir. Sahip olunan kaynaklarla, gerçekleştirilmek istenilen araştırmanın uyumlu olup olmadığının ortaya konulması gerekmektedir (Altunışık ve diğ, 2002: 32). Araştırma için yeterli kaynağa sahip olunmaması, etik ihlaline kaynaklık edebilmektedir.

Bilimsel Değerlendirmede Niteliğe Değil Niceliğe Önem Verilmesi: Bilim adamının yaptığı çalışmalar bilimsel olarak değerlendirilirken genellikle nitelikten çok niceliğe önem verilmektedir. Örneğin uluslararası dergilerde yayınladığı makale sayısının çokluğu, makale sahibini değerlendirirken makalelerin niteliğinin önüne geçmektedir. Bu durum, bilim insanı açısından nitelikten çok niceliğe önem vermeye ve etik kuralları ihlal etmeye neden olabilmektedir (Toplu, 2012: 667).

Hölse’e göre, bilim insanlarının yaptıkları çoğunlukla meslektaşlarının yaptıklarını okumaktan, onlar hakkında bilimsel dergilere yazı yazmaktan ibaret olmaktadır. Bu nedenle de yazılanlar özgün ve esinlendirici olmamaktadır. Akademik dünyadaki “publish or perish” (yayın yap ya da yok ol) sloganı, bilim insanlarını yazmaya zorlamakta, bu da enformasyon selini artırarak, bilimlerin kendi temellerini (felsefi kökenlerini) görmelerine engel oluşturmaktadır (Hölse, 2001: 111). Akademik kariyer için gerekli olan asgari şartlar arasında yayın zorunluluğu da yer almaktadır. Bu da etik ihlallerine kaynaklık edebilmektedir.

Diğer Nedenler: Bilimsel çalışmalarda etik dışı davranışlara neden olan davranışlar olarak, yukarıda sıralanan ve açıklananlara ilave olarak birçok hususun sıralanmakta olduğu görülmektedir. Örneğin “Eğitim sisteminin yetersizliği” hususunu, bu çerçevede ele alarak açıklayanlara rastlanabilmektedir (Uçak ve Birinci, 2008: 194; Atalay, 2011). Bu husus, inkardan gelinemeyecek ve herkesçe bilinen bir gerçeklik olmakla birlikte, her türlü konunun altında yatan bir sebep olarak sürekli olarak gündeme getirilmesi nedeniyle giderek beylik bir söylem halini almaya başlamıştır. “Eğitim gereksizdir ama gerekli olduğu yerde yetersizdir” sözü bu konuda kapsayıcı, kuşatıcı ve içerik verici bir niteliğe sahip bulunmaktadır. Zira eğitim, gerekli olmakla birlikte; her zaman, her yerde ve herkese uygulanması gereken bir özellik taşımamaktadır. Her eğitimi, herkese vermek mantıklı olmadığı gibi mümkün de olmamaktadır. Bilimsel araştırma etiğine yönelik eğitim de önemli olmakla birlikte, bu konudaki eğitimin, ilgili bilim çevrelerine verilmesi gerekmektedir. Söz konusu gereklilikten hareketle, “Eğitim gereksizdir ama gerekli olduğu yerde yetersizdir” sözüne geri dönüldüğünde, ilgili bilim çevrelerine bu konuda verilecek eğitimin hududu bulunmamaktadır. Bilim çevrelerine, bilim etiği konusunda ne kadar eğitim verilse verilsin bunun kifayetsiz olacağı bir gerçekliktir çünkü gerekliliğin olduğu yerde eğitime sınır çizilememektedir. Zaten öyle olmasaydı, verilen onca eğitimden sonra, günümüzde artık bilimsel etik ihlalinin ortadan kalkmış olması beklenebilirdi. Önemli bir konu olmasına karşın, yukarıda yapılan açıklama ve fikir yürütmelerin afaki olduğu ve nedenselliğe dayalı bu alt başlığın içeriğine uygun olmadığı kanaatini uyandırması olası gözükmektedir. Dolayısıyla bu alt başlığa sadık kalma adına ve söz konusu nedenselliğe ve davranışsal/felsefi kökene dayalı anlatım yapma amacı doğrultusunda aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir.

 Adler için geçmiş yaşantılar, bireyin kişiliğinin oluşumunda önemli bir yer işgal etmektedir (Adler, 2011: 101). Araştırmacıların geçmiş yaşantıları da bilimsel tarzları bakımından aynı önemi taşımaktadır. Örneğin, çocuk yaşta hırsızlık yapan bireylere yönelik karar verme konumunda bulunan bir hâkim, şayet çocukluğunda çeşitli hırsızlıklar yapmışsa böylesi davalara kişisel takdir hakkı bakımından hoşgörüyle yaklaşabilmektedir. Buna karşın, çocukluğunda hırsızlığın her türlüsüne mesafeli durmuş olan başka bir hâkim ise takdir hakkını kullanırken çok daha katı bir tavır sergileyebilmektedir. Benzer şekilde, eğitim-öğretim sürecinde sınavlarda kopya çekmeyi alışkanlık hâline getiren ve bu etik ihlaline karşı ciddi bir yaptırımla karşılaşmayan bir birey, gelecekte yaptığı bilimsel araştırmalarda da etik kuralları da ihlal edebilmektedir.

Diğer nedenler kapsamında son olarak ifade edilebilecek husus ise “yaptırımların yetersizliği” olarak gündeme gelmektedir. Birçok hak ihlalinde olduğu gibi, bilimsel etik ihlali yapanların da belirlenmiş ve caydırıcı nitelikte yaptırımla karşılaşmaması, bu tür ihlallere kaynaklık edebilmektedir. Genel anlamda düşünüldüğünde de suçlar, verilen cezaların caydırıcılığı oranında azalma göstermektedir. Bilimsel etik ihlallerine yönelik yaptırımlar henüz caydırıcı bir nitelik taşımamaktadır. Caydırıcı yaptırımlarla karşılaşmayacağına kanaat getiren bazı araştırmacılar ise etik ihlallerine karşı kayıtsız bir tavır sergileyebilmektedirler.

Uğur Keskin

Kaynakça : Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2017 10/4, sf. 661-667

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...