Manevi Değerler
İnsan doğası gereği beden ve ruhtan oluşan bir
öze sahiptir. Bu özün doğasında da maneviyat yer almaktadır. Hayatı anlamaya,
başkalarıyla güven çatısı altında bir ilişki kurmaya ve sorgulayıp düşünmeye
iten maneviyat, yukarıda da belirtildiği şekliyle kişinin doğuştan gelen bir
parçasıdır.
Manevi
değerlerin yeterince anlaşılabilmesi için manevi kelimesinin tanımlamasını iyi
bir şekilde analiz etmek gerekmektedir. Çeşitli kaynaklarda yer alan
tanımlamalarda uzlaşma yoktur ve birçok tanım yer almaktadır. Avrupa ve
Amerika’da da son zamanlarda gündemde olan bu kavramlar tanımlanma
sürecindedir. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre manevi kavramı: “görülmeyen,
duyularla sezilebilen, soyut, ruhani, tinsel, maddi karşıtı” şeklinde ifade
edilmektedir (Türk Dil Kurumu, 2018). Manevi sözcüğü mana kökünden türemiştir.
Mana en basit ve anlaşılır haliyle sözle anlatılmak istenen şey şeklinde
tanımlanabilir. Maksatları beyan etmek üzere başvurulan sözcükler ve bu
sözcüklerin meydana getirdiği cümleler, belirli bir veya birden çok manayı
ifade etmek için kullanılabilir (Kahveci, 2009: 186).
Maneviyat
için ise çeşitli tanımlamalar mevcuttur. Manevi şeyler, madde ile alakalı
olmayan; düşünce ve zihinle ilgili olan (Topsakal ve Çetin, 1996: 1898), maddi
olmayan, içsel olan, kişinin iç dünyasıyla ilgili olan şeyler olarak
tanımlanabilmektedir (Püsküllüoğlu, 2004: 657). Maneviyat kavramı ile ilgili
bir diğer tanım ise şu şekildedir: Madde ve cisimle alakası bulunmayan, ruh ve
mana ile ilgili olan hususlar, manevi şeyler-çeşitli güçlükler tehlikeler
karşısında inanç ve ahlaki değerlere bağlılıktan doğan dayanma gücü, ruh
kuvveti, moraldir (Ayverdi, 2005: 1931).
Benliğin
ve kişiliğin gelişimi ve anlam arayışı gibi konularla ilişkili olan maneviyat,
kişiye özgüdür. Bu nedenle şahsi ve bireysel bir konudur. Duygularımız ve
tecrübelerimiz bir sosyal çevrenin içerisinde şekillenirler. Dolayısıyla
deneyimlenen olaylar ve yaşanmışlıklar yadsınamaz. Bu açıdan bakıldığında
kişilerin manevi yönleri ya güçlenir ya da güçlenemez. İnsanların dili, yaşadıkları
yer ya da yerler, yaşama biçimleri, hayatı algılayışları, kültürleri vb.
unsurlar manevi yönlerine ve dolayısıyla değerlerine de etki ederler. Buradaki
maneviyat bireysel olmakla beraber sosyal çevrenin içerisinde farklı bir bakış
açısı kazanır. Kişiler kendi dışında manevi olarak düşünmesi gereken şeylerle
karşılaşabilirler.
Bireylerin
manevi yönlerine ve değerlerine etki eden bir diğer unsur ise çalışma
ortamıdır. İş hayatında farklı zamanlarda karşılaşılan farklı zorluklar iş
görene bir tecrübe kazandırır. Kazanılmış olan bu tecrübe bireyin manevi yönünü
güçlendirirken sahip olduğu değerlere yenilerini katabilir. Bu ilişki çift
taraflı olarak yorumlanabilir. Çalışma ortamının bireyin manevi değerlerine
katkıda bulunmasının yanı sıra birey sahip olduğu manevi değerleri ile çalışma
ortamına katkıda bulunabilir. Manevi değerleri güçlü olan bir iş gören
çalıştığı kurum için her zaman en iyisini, en doğrusunu yapmayı kendine amaç
edinir. Çalışma ortamındaki iş arkadaşlarıyla olan ilişkisini doğru ve sağlam
temeller üzerine kurabilir ve böylece çalışma ortamında takım ruhunu tam
anlamıyla oluşturabilir.
Bir
şeye inanıp inanmamak insanların iradesine kalmıştır. Ruh ve bedenin tabiatı
olan maneviyat yönü hakikati aramak ya da bulmak isteyebilir. Bir insan Allah’a
inanmamayı tercih ederse bu hakikati bulmak için olanaklarını yok etmek
istediği anlamına gelmez. Çünkü en başta denildiği gibi inanıp inanmamak
konusunda insanlar özgürdür. İnanmamayı tercih eden insanlar için hakikati
bulma arzusu son bulmuştur denemez. İnanmak sonradan kazanılan veya benimsenen
bir kavramdır. Ancak insan her zaman doğası gereği manevi olarak beslenmek
isteyebilir.
Horozcu
(2010) Sübjektif olarak nitelendirdiği çalışmasında dindarlık ve maneviyatın
sağlık üzerindeki etkisinden söz etmektedir. Çalışmasının sonuç bölümünde
yapılan araştırmalar ve önemli psikologların görüşleri incelenmiş, maneviyatın
ve dindar yaşantının kişiler üzerinde ruhsal ve fiziksel sağlıklarında önemli
etkilerinin olduğu ve bireyleri olumlu etkilediği tespitinde bulunulmaktadır.
Buradan hareketle hayatın bir anlam ve gayesi olduğundan yola çıkarak ölümden
sonraki hayatında kişiye ruhsal bir doyum sağladığı ve bedensel problemlere bu
şekilde karşı koyduğu tespitine de varılmıştır (Horozcu, 2010: 236).
Din
ve maneviyat karşılaştırmasının birleşme ve ayrılma noktaları üzerine kaleme
alınan makalede, din ve maneviyat kavramlarının temel seviyede incelendiği ve
bu iki kavramın ayrılıp farklılaştığı noktaların tespit edildiği çalışma
yapılmıştır. Genel görünüme ve analizlere ışık tutan çalışma maneviyatın ya da
dindarlığın birbirlerine örülü olduğunu diğer yandan da bu terimlerin bireysel,
kurumsal, iyi ya da kötü olarak ayrıştırmanın basite kaçmak olarak değil aksine
karmaşıklığı azaltmak adına kabul görmesini öne sürmüşlerdir (Kimter, 2013:
110).
Rio
ve White’ın (2016) hilomorfik bir bakış açısıyla yazdıkları maneviyatı ve
dindarlığı ayırmak adlı çalışmasında maneviyat ve dindarlığın ayrı düşünülmesi
gerektiği düşüncesini savunmuşlardır. Maneviyatın türlerine göre sınıflandırılmasının
ve farklı manevi kimliklerin kabul edilmesi görüşündelerdir. Maneviyatı her
bireye özgü olduğunu ve bir varoluş ilkesi olarak kişinin hayata karşı tutumunu
sergilendiğini çalışma boyunca değinmişlerdir. Bütün bunlar ışığında kurumsal ve
ampirik yayınların, çalışmada savunulan bireylerin insan olmalarının
gerektirdiği manevi olma durumu desteklenmiştir. Kişilerin inanç toplulukları
oluşturmalarının ve dini sistemler içerisinde olmaları maneviyatın bünyesinden
aldıklarını yinelemişlerdir. Son olarak da hilomorfik maneviyat tutumunu
geliştirmek için ve literatüre katkı sağlayacak bazı stratejiler önermişlerdir
(Rio ve White, 2016: 104-107).
Manevi Değerlerin Boyutları
Bu araştırmada manevi değerlerin üç alt boyutu
yer almaktadır. Bunlar anlamlılık boyutu, düşüncelilik boyutu ve güvende olma
hissi boyutudur.
Anlamlılık Boyutu
Anlamlılık
bütünlük duygusunun motivasyonel ögesini oluşturmakta ve birinin yaşamındaki
olayları ya da ortaya çıkan olumsuzluklara meydan okuma ya da okumamaya ilişkin
olarak ne derece anlamlı gördüğüne ilişkin algısını ifade etmektedir (Çeçen,
2008: 20). Anlamlılık kişinin yaşamsal doyumunu tamamlamaya katkı sağlayan bir
boyuttur. Kişi kendini yükseltmeye ve geliştirmeye çalışır. Bu sırada
çevresinde olan gördüğü ya da görmediği şeylere karşı arayış içindedir. En
önemli noktası hayatı anlamaya çalışmaktır. Hayatı anlamaya çalışmak zihni açan
ve kendisini de anlamasına yardımcı olan bir süreçtir. Kişi bireysel
bütünlüğünü ve benlik saygısını oluştururken de henüz çok küçük yaşlardan
itibaren kendi için anlamlı olan birçok değer oluşturur. Oluşturulan bu
değerler ilerleyen yaşamında hayatı anlama çabası hususunda da kişiye yol
gösterir. Bir diğer tanımda ise anlamlılık bireye, kendisini ve çevresini
tanıtarak kimlik kazandırmaya yardımcı olan bir kavramdır (Erdem ve Kesgin,
2017: 128). Marcia (1994)’a göre ise kimlik; sosyal bağlam içerisinde bireyin
kendisindeki ve başkalarındaki anlamlılık duygusudur (Demirkapı, 2013: 40).
Anlamlılık
boyutunda bireylerin anlam arayışı içerisinde olması manevi değerlerin diğer
boyutları açısından besleyici bir özellik göstermektedir. Çünkü bireyler
hayatını anlamlandırmaya çalışırken diğer boyutları oluşturan düşüncelilik ve
güvende olma hissini önemserler. Bireyler hayatın anlamlı olabilmesi için önce
güvende olma ve sonrasında düşünceli davranmanın gerekliliğinin farkındadırlar.
Düşüncelilik Boyutu
Bireyler
kendilerini daha iyi hissetmek, yaşadıkları aile ve toplum içinde daha mutlu
olmak, sevilmek ve saygı görmek ve çalıştıkları kurumlarda örgüt içinde çeşitli
çatışmalardan kaçınmak ve sıkıntı yaşamamak için düşünceli olmaları
gerekmektedir. Düşüncelilik boyutu empati yapmayı gerektirir. Empati bir
bireyin kendisini bir başkasının yerine koyarak onun gibi hissetmeye ve düşünmeye
çalışması olarak tanımlanmaktadır (Ersoy ve Köşger, 2016: 2). Bireyler arası
iletişimde de oldukça önemli olan empati yapmak duygu ve düşüncelerin doğru bir
şekilde algılanmasını sağlamaktadır. Düşüncelilik diğer bireylerle sosyal
ilişkilerde anlayışlı olmayı gerektirirken anlayış diğer bireylere karşı açık
ve duyarlı olmayı beraberinde getirir. Sabır, nezaket, hoşgörü ve düşüncelilik
gibi faktörler de anlayışlı olmanın temelini oluşturmaktadır (Deniz vd. 2012:
428).
Bireyler
kendilerini daha iyi hissetmek, yaşadıkları aile ve toplum içinde daha mutlu
olmak, sevilmek ve saygı görmek ve çalıştıkları kurumlarda örgüt içinde çeşitli
çatışmalardan kaçınmak ve sıkıntı yaşamamak için düşünceli olmaları
gerekmektedir. Düşüncelilik boyutu empati yapmayı gerektirir. Empati bir
bireyin kendisini bir başkasının yerine koyarak onun gibi hissetmeye ve
düşünmeye çalışması olarak tanımlanmaktadır (Ersoy ve Köşger, 2016: 2).
Bireyler arası iletişimde de oldukça önemli olan empati yapmak duygu ve
düşüncelerin doğru bir şekilde algılanmasını sağlamaktadır. Düşüncelilik diğer
bireylerle sosyal ilişkilerde anlayışlı olmayı gerektirirken anlayış diğer
bireylere karşı açık ve duyarlı olmayı beraberinde getirir. Sabır, nezaket,
hoşgörü ve düşüncelilik gibi faktörler de anlayışlı olmanın temelini
oluşturmaktadır (Deniz vd. 2012: 428).
Güvende Olma Hissi Boyutu
Sağlığın
TDK’de yer alan tanımı bireyin fiziksel, sosyal ve ruhsal yönden tam bir iyilik
durumunda olması, vücut esenliği, esenlik, sıhhat, afiyet şeklindedir (Türk Dil
Kurumu, 2018). Biyolojik olarak bozulmuş olan sağlığın yerine getirilmesi için
nasıl ki tedavi ve ilaç arayışına giriliyor ise, ruh sağlığın teminatı için de
insan güvende olma hissine muhtaçtır. İnsan kendini güvende hissettiği zaman
her şeyin yolunda gittiğini düşünür (Tarhan, 2012). İnsanlar arasındaki
ilişkilerde en temel duygu güvendir. Birey güven duyduğu kişilere karşı barış
ve sevinç içinde olur ve saygı duyar. Güven duygusu insanların içinde bulunan
boşluğu doldurur. İnsanlar bu hisse hem tutunmak hem de teslim olmak isterler.
Güvende
olma hissi bireyin kendi içinde, toplum içinde ve örgüt içinde olarak ayrı ayrı
incelenebilir. İlk olarak bireyin kendi içinde güvende olduğu hissinin oluşması
bireyin iç dünyasında mutlu olmasını sağlamaktadır. Güvende olduğunu hisseden,
düşünen kişi içinde derin bir barış hisseder. Yaşadığı hayat içinde
karşılaşabileceği sorunlara karşı kendinden emin bir şekilde yaşar. Bu
sorunlardan herhangi biriyle karşılaştığında ise daha soğukkanlı ve pratik
şekilde çözümler üretebilir. Toplum içerisinde güvende olma hissi ise bireyin
yaşadığı toplumdan zarar görmeyeceği, kendisini o toplum içinde mutlu, huzurlu
ve barış dolu hissedebilmesidir. Birey toplum içinde yaşarken dışarıdan gelecek
birçok tehlikeye ve tehdide açıktır. İşte gelebilecek bu tehdit ve tehlikelerin
toplumun yani birlikte yaşadığı insanların varlığı sayesinde engellenebileceği
düşüncesi bireyin toplum içinde güvende olma hissini tanımlamaktadır. Örgüt
içinde güvende olma hissi ise bireyin çalıştığı kurumla alakalıdır. Birey
çalışma ortamında kendini ne kadar güvende hissederse o kadar verimli olur.
Sürekli işini kaybetme kaygısı, ücretini alamama endişesi, iş arkadaşlarıyla
anlaşamama vb. korkulara sahip çalışanlar örgüt içinde kendini güvende
hissedemez ve çalışma hayatında tam bir mutsuzluk hakim olur. Bunun önüne
geçilebilmesi için iş gören çalıştığı ortamda, örgüt içinde kendini güvende
hissetmelidir. Bu güven hissinin oluşması neticesinde işsiz kalma, maaşını
alamama, arkadaşlarıyla anlaşamama gibi korkularını yenerek kurum için daha
verimli işler yapan bir çalışan haline gelebilir.
Prof. Dr. Hüner Şencan
Kaynakça : Pamukkale Journal of Eurasian Socioeconomic Studies 2019/6, sf. 3-6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder