T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

2 Haziran 2021 Çarşamba

Hukuk Biliminin Konusu Nedir?

Peki bu noktada olması gereken hukukun hukukilik niteliğini reddetmeksizin, yine de, bilimin kendisine konu olarak sadece pozitif hukuku, belli bir zamanda belli bir toplumda yürürlükte olan veya mahkemelerce oluşturulan hukuk kurallarını alabileceğini ve incelemelerini bu alana hasredebileceğini kabul edemez miyiz? İlk bakışta olanaklı gibi görünen bu düşünce de, hukuk ve bilimin niteliklerine yönelik dikkatli bir analize tabi tutulduğunda geçerlilik taşımamaktadır. Zira hukukun bilimselliği sorunu, daha önce de işaret edildiği üzere, hukukun ne olduğu sorunu ile doğrudan bağlantılıdır. Hukuk biliminin sadece pozitif hukuku kendisine konu olarak alacağını kabul etsek bile, pozitif hukukun niteliği, bilime özgü unsurları taşıyıp taşımadığı ve dolayısıyla bağımsız bir bilim olup olamayacağı sorunu hala çözülmeyi beklemektedir.

Şurası açıktır ki, hukuk biliminin konusunu sadece pozitif hukuk oluşturur. Hukuk biliminin görevleri şu şekilde belirtilmektedir: Hukuk bilimi ya da aynı anlama gelmek üzere hukuk dogmatiği, pozitif hukuku, barındırdığı değerlerden bağımsız bir biçimde, mantık ve muhakeme aracılığı ile ele alır ve inceler. Bu sayede, gerçekleşen veya farazi hukuk uyuşmazlıklarında somut olaya uygulanacak hukuk kuralının ne olduğunu tespit etmeye çalışır. Kuralların birbirleriyle ilişkilerini, bağlantılarını ortaya koyar; boşlukları tespit eder ve doldurur. Ayrıca, yine dogmatik hukuk bilimi, bir takım toplumsal gerçeklikleri ve ilişki biçimlerini bazı kavramlar vasıtasıyla tipleştirir, sınıflar ve bu sayede benzer hususların aynı hukuk kurallarına tabi olmasına imkan sağlar. Dogmatik hukuk bilimi hukuku belli bir sistematik çerçevesinde inceler. Örneğin, kamu hukuku ve özel hukuk dallarını birbirinden ayırt eder. Özel hukuk alanında, medeni hukuk, borçlar hukuku, eşya hukuku, miras hukuku, ticaret hukuku gibi, kamu hukuku alanında ise, anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku gibi alt hukuk kategorilerini birbirinden ayrı olarak sistemleştirerek açıklamaya çalışır.

Hukuk bilimi bütün bu incelemelerini pozitif bilim kimliği ile yapmak zorunda olduğu için, bilimsellik sıfatına uygun bir yaklaşımı tercih etmek zorundadır. Her şeyden önce, konusunun olgusal nitelik taşıması, gözlem ve deneye elverişli olması gerekmektedir. Acaba hukuk biliminin temel konusu olarak pozitif hukuk kuralları bu anlamda olgusal nitelik taşır mı? Belli bir ülkede belli bir dönemde yürürlükte bulunan hukuk kurallarının toplumsal şartların bir ürünü olduğu, toplumsal olgudan etkilendiği ve toplum hayatını etkilediği bu açıdan da olgusal bir boyut taşıdığı söylenebilir. Yine hukuk kurallarının kanun koyucunun iradesinden ibaret olduğu, bu açıdan da bilimsel incelemeye imkan veren maddi bir görünüm taşıdığı da iddia edilebilir. Ayrıca tarihsel bir realite olarak da hukukun bilimsel inlemeye konu olabilecek maddesel bir varlığa sahip olduğu ileri sürülebilir.

Ne var ki, hukukun, pozitif hukuk olarak sosyal şartların bir ürünü, tarihsel bir olgu yada kanun koyucunun iradesi olarak algılansa bile, olanı değil, olması gerekeni gösteren normlardan oluştuğu inkar edilemez. Zira basit bir gözlem bile, kanun koyucunun sosyal hayatın düzenini yada güvenliği sağlamak amacıyla hukuk kuralları yaparken, düzenlediği sosyal ilişkileri olduğu gibi kurallaştırmadığını, onları belli bir değerlendirme süzgecinden geçirdikten sonra, aralarından tercihler yaptığını göstermektedir. Özetle, hiçbir kanun koyucu toplumsal ilişkileri dondurmak, olduğu gibi muhafaza etmek amacıyla hukuk yapmaz. Mevcut sosyal ilişkileri belli bir ölçüt çerçevesinde değerlendirir ve daha ideal (bu objektif bir iyi anlamında değil, belli bir ideolojik tercih anlamında da anlaşılabilir) bir toplumsal yaşam, (kendi tercihi çerçevesinde) daha iyi işleyen bir sosyal düzen oluşturmak düşüncesi ile (yani olması gerekeni, ideal insan davranışlarını gösteren kurallar biçiminde) hukuk normlarını oluşturur. Bir başka anlatımla, pozitif hukukun biliminin konusu olan yürürlükteki hukuk bile özü itibarıyla olanı göstermez, yani toplumda gözlemlenebilir maddi bir karşılığı bulunmamaktadır.

Zaten, hukukun niteliğine yönelik felsefi ve bilimsel çalışmalardan hemen hepsinde hukuk kuralının üç unsurdan müteşekkil olduğu kabul edilmektedir. Bunlardan ilki sosyal olgu, ikincisi etik değer ve sonuncusu da norm unsurlarıdır. Bu bağlamda, hukuk biliminin sorunu, hukuku sadece sosyal olgu boyutuna indirgemek değildir. Zira zaten bu boyutuyla hukukun incelenmesi, hukuk biliminin değil, uzmanlık alanı hukuk ve toplumsal hayat arasındaki ilişkiyi belirlemek olan hukuk sosyolojisinin, yada tarihsel bir gerçeklik olarak ele almak, hukuk tarihinin işidir. Hukuk ve etik değerler arasındaki ilişki ise hukuk felsefesinin uzmanlık alanına girmektedir. Bu durumda hukuk biliminin uzmanlık alanı olsa olsa hukukun norm boyutu olacaktır. Zaten bu yüzden de hukuk bilimi, yaygın olarak “normatif bir bilim” olarak nitelendirilmektedir. Ancak hukukun normatifliği, onun ahlaki bir içeriğe sahip olduğu ve insanlara kendisine uyulma konusunda ödev ve sorumluluk yüklediği anlamına gelir. Ödev kavramı ise özü itibarıyla ahlaki bir yükümlülüğe işaret etmekte ve bilime tamamıyla yabancı bulunmaktadır.

Hukuk kuralları ve onlara kaynaklık eden toplumsal ilişkiler sürekli bir değişim içerisinde olduğu için, hukuk sisteminin de sürekli olarak yenilenmesi, ortaya çıkan boşlukların doldurulması gerekmektedir ve bu yukarıda belirtildiği üzere, dogmatik hukuk biliminin en başta gelen işlevlerindendir. Ancak bu bilim dalı, doğası gereği, hukuk kurallarının toplumdaki gerçek kaynaklarının, özünün, gerçekleştirmeye çalıştığı nihai amacın ne olduğu, bu kurallarda ortaya çıkan moral (etik ve ahlaki) değerlerin bulunup bulunmadığı soruları ile ilgilenmez. Özetle hukuk bilimi hukuku sadece dogma olarak alır ve onu kaynağı, niteliği, amacı sorunları ve içerdiği değerlerden bağımsız olarak inceler.

Varolan hukuku, kaynak sorunu ve içeriğinden bağımsız olarak açıklamaya çalışmanın ne denli bilimsel bir faaliyet olacağı şüphelidir. Zira, farklı toplumlarda hukuk yapım süreçleri göz önünde bulundurulursa, böyle bir hukukun en önemli kaynağının, toplumsal şartlar veya etik değerler değil, kanun koyucunun iradesi olduğu görülecektir. Şu veya bu sebeple kanun koyucunun keyfi irade ve arzusunun ürünü olarak ortaya çıkması muhtemel kuralların hukuk normu biçiminde formüle edilmiş olsa da gerçek hukuk mahiyetini taşımayacağı, bu nedenle bunları açıklamaya yönelmiş bilgi disiplinin de bilimin zorunlu niteliklerinden olan objektiflikten uzak olacağı aşikardır. Bu çerçevede, hukuk bilimi kendisine konu olarak aldığı pozitif hukuka ilişkin olsa bile bilimsel mahiyette bir bilgi üretememektedir diyebiliriz.

Prof. Dr. Ali Şafak Ballı

Kaynakça : Türk Sosyal Bilimler Derneği 8. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi Tebliği

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...