Peki bu noktada olması gereken hukukun hukukilik niteliğini reddetmeksizin, yine de, bilimin kendisine konu olarak sadece pozitif hukuku, belli bir zamanda belli bir toplumda yürürlükte olan veya mahkemelerce oluşturulan hukuk kurallarını alabileceğini ve incelemelerini bu alana hasredebileceğini kabul edemez miyiz? İlk bakışta olanaklı gibi görünen bu düşünce de, hukuk ve bilimin niteliklerine yönelik dikkatli bir analize tabi tutulduğunda geçerlilik taşımamaktadır. Zira hukukun bilimselliği sorunu, daha önce de işaret edildiği üzere, hukukun ne olduğu sorunu ile doğrudan bağlantılıdır. Hukuk biliminin sadece pozitif hukuku kendisine konu olarak alacağını kabul etsek bile, pozitif hukukun niteliği, bilime özgü unsurları taşıyıp taşımadığı ve dolayısıyla bağımsız bir bilim olup olamayacağı sorunu hala çözülmeyi beklemektedir.
Şurası
açıktır ki, hukuk biliminin konusunu sadece pozitif hukuk oluşturur. Hukuk
biliminin görevleri şu şekilde belirtilmektedir: Hukuk bilimi ya da aynı anlama
gelmek üzere hukuk dogmatiği, pozitif hukuku, barındırdığı değerlerden bağımsız
bir biçimde, mantık ve muhakeme aracılığı ile ele alır ve inceler. Bu sayede,
gerçekleşen veya farazi hukuk uyuşmazlıklarında somut olaya uygulanacak hukuk
kuralının ne olduğunu tespit etmeye çalışır. Kuralların birbirleriyle ilişkilerini,
bağlantılarını ortaya koyar; boşlukları tespit eder ve doldurur. Ayrıca, yine
dogmatik hukuk bilimi, bir takım toplumsal gerçeklikleri ve ilişki biçimlerini
bazı kavramlar vasıtasıyla tipleştirir, sınıflar ve bu sayede benzer hususların
aynı hukuk kurallarına tabi olmasına imkan sağlar. Dogmatik hukuk bilimi hukuku
belli bir sistematik çerçevesinde inceler. Örneğin, kamu hukuku ve özel hukuk
dallarını birbirinden ayırt eder. Özel hukuk alanında, medeni hukuk, borçlar
hukuku, eşya hukuku, miras hukuku, ticaret hukuku gibi, kamu hukuku alanında
ise, anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku gibi alt hukuk kategorilerini birbirinden
ayrı olarak sistemleştirerek açıklamaya çalışır.
Hukuk
bilimi bütün bu incelemelerini pozitif bilim kimliği ile yapmak zorunda olduğu
için, bilimsellik sıfatına uygun bir yaklaşımı tercih etmek zorundadır. Her şeyden
önce, konusunun olgusal nitelik taşıması, gözlem ve deneye elverişli olması
gerekmektedir. Acaba hukuk biliminin temel konusu olarak pozitif hukuk
kuralları bu anlamda olgusal nitelik taşır mı? Belli bir ülkede belli bir
dönemde yürürlükte bulunan hukuk kurallarının toplumsal şartların bir ürünü
olduğu, toplumsal olgudan etkilendiği ve toplum hayatını etkilediği bu açıdan
da olgusal bir boyut taşıdığı söylenebilir. Yine hukuk kurallarının kanun
koyucunun iradesinden ibaret olduğu, bu açıdan da bilimsel incelemeye imkan
veren maddi bir görünüm taşıdığı da iddia edilebilir. Ayrıca tarihsel bir
realite olarak da hukukun bilimsel inlemeye konu olabilecek maddesel bir
varlığa sahip olduğu ileri sürülebilir.
Ne
var ki, hukukun, pozitif hukuk olarak sosyal şartların bir ürünü, tarihsel bir
olgu yada kanun koyucunun iradesi olarak algılansa bile, olanı değil, olması
gerekeni gösteren normlardan oluştuğu inkar edilemez. Zira basit bir gözlem
bile, kanun koyucunun sosyal hayatın düzenini yada güvenliği sağlamak amacıyla
hukuk kuralları yaparken, düzenlediği sosyal ilişkileri olduğu gibi kurallaştırmadığını,
onları belli bir değerlendirme süzgecinden geçirdikten sonra, aralarından
tercihler yaptığını göstermektedir. Özetle, hiçbir kanun koyucu toplumsal ilişkileri
dondurmak, olduğu gibi muhafaza etmek amacıyla hukuk yapmaz. Mevcut sosyal ilişkileri
belli bir ölçüt çerçevesinde değerlendirir ve daha ideal (bu objektif bir iyi
anlamında değil, belli bir ideolojik tercih anlamında da anlaşılabilir) bir
toplumsal yaşam, (kendi tercihi çerçevesinde) daha iyi işleyen bir sosyal düzen
oluşturmak düşüncesi ile (yani olması gerekeni, ideal insan davranışlarını
gösteren kurallar biçiminde) hukuk normlarını oluşturur. Bir başka anlatımla,
pozitif hukukun biliminin konusu olan yürürlükteki hukuk bile özü itibarıyla
olanı göstermez, yani toplumda gözlemlenebilir maddi bir karşılığı
bulunmamaktadır.
Zaten,
hukukun niteliğine yönelik felsefi ve bilimsel çalışmalardan hemen hepsinde
hukuk kuralının üç unsurdan müteşekkil olduğu kabul edilmektedir. Bunlardan
ilki sosyal olgu, ikincisi etik değer ve sonuncusu da norm unsurlarıdır. Bu
bağlamda, hukuk biliminin sorunu, hukuku sadece sosyal olgu boyutuna indirgemek
değildir. Zira zaten bu boyutuyla hukukun incelenmesi, hukuk biliminin değil,
uzmanlık alanı hukuk ve toplumsal hayat arasındaki ilişkiyi belirlemek olan
hukuk sosyolojisinin, yada tarihsel bir gerçeklik olarak ele almak, hukuk
tarihinin işidir. Hukuk ve etik değerler arasındaki ilişki ise hukuk
felsefesinin uzmanlık alanına girmektedir. Bu durumda hukuk biliminin uzmanlık
alanı olsa olsa hukukun norm boyutu olacaktır. Zaten bu yüzden de hukuk bilimi,
yaygın olarak “normatif bir bilim” olarak nitelendirilmektedir. Ancak hukukun
normatifliği, onun ahlaki bir içeriğe sahip olduğu ve insanlara kendisine
uyulma konusunda ödev ve sorumluluk yüklediği anlamına gelir. Ödev kavramı ise özü
itibarıyla ahlaki bir yükümlülüğe işaret etmekte ve bilime tamamıyla yabancı
bulunmaktadır.
Hukuk
kuralları ve onlara kaynaklık eden toplumsal ilişkiler sürekli bir değişim
içerisinde olduğu için, hukuk sisteminin de sürekli olarak yenilenmesi, ortaya çıkan
boşlukların doldurulması gerekmektedir ve bu yukarıda belirtildiği üzere,
dogmatik hukuk biliminin en başta gelen işlevlerindendir. Ancak bu bilim dalı,
doğası gereği, hukuk kurallarının toplumdaki gerçek kaynaklarının, özünün, gerçekleştirmeye
çalıştığı nihai amacın ne olduğu, bu kurallarda ortaya çıkan moral (etik ve
ahlaki) değerlerin bulunup bulunmadığı soruları ile ilgilenmez. Özetle hukuk
bilimi hukuku sadece dogma olarak alır ve onu kaynağı, niteliği, amacı
sorunları ve içerdiği değerlerden bağımsız olarak inceler.
Varolan
hukuku, kaynak sorunu ve içeriğinden bağımsız olarak açıklamaya çalışmanın ne
denli bilimsel bir faaliyet olacağı şüphelidir. Zira, farklı toplumlarda hukuk
yapım süreçleri göz önünde bulundurulursa, böyle bir hukukun en önemli
kaynağının, toplumsal şartlar veya etik değerler değil, kanun koyucunun iradesi
olduğu görülecektir. Şu veya bu sebeple kanun koyucunun keyfi irade ve
arzusunun ürünü olarak ortaya çıkması muhtemel kuralların hukuk normu biçiminde
formüle edilmiş olsa da gerçek hukuk mahiyetini taşımayacağı, bu nedenle
bunları açıklamaya yönelmiş bilgi disiplinin de bilimin zorunlu niteliklerinden
olan objektiflikten uzak olacağı aşikardır. Bu çerçevede, hukuk bilimi
kendisine konu olarak aldığı pozitif hukuka ilişkin olsa bile bilimsel
mahiyette bir bilgi üretememektedir diyebiliriz.
Prof. Dr. Ali Şafak Ballı
Kaynakça : Türk Sosyal Bilimler Derneği 8. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi Tebliği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder