T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

4 Haziran 2021 Cuma

Hukuk Felsefesinin Önemi

Hukuk felsefesi bir kez, hukukun niteliğini saptamaya çalışır.

Hukuk felsefesi önce, genellikle felsefenin vatlığın ne olduğunu araştırmaya girişmesi, nitelik problemleri ile ilk ve temel problemlerle uğraşması gibi, hukukun ne olduğunu, hukukun niteliğini belirlemeye çalışır.

Burada hukuk, belli yer ve zamandaki hukuku araştırma konusu yapan hukuk biliminin aksine, bütünü bakımından, tümel (külli) olarak ele alınır. Diğer bir deyişle, söz konusu hukuk geçmişteki ya da bu günkü Türk,İsviçre. Alman Hukuku gibi belli bir hukuk düzeni ya da özel hukuk, ceza hukuku, usul hukuku, uluslararası hukuk gibi belli bir hukuk dalı ve bunların açıklanması gereken normları değildir. Önemle belirtilmelidir ki, bu hukuk aynı zamanda, olması gereken bir hukuk da değildir. Çünkü, felsefenin ilk sorun'u olan nitelik sorun'una karşılık, hukuk felsefesinin de ilk sorunu hukukun niteliğidir; cevaplandırılması gereken soru hukukun nasıl olması gerektiği sorusu değil, hukukun nasıl olduğu, hukukun ne olduğu sorusudur. Kısaca, burada ele alınan hukuk genellikle hukuktur; onun niteliğidir.

Hukukun böylece tümel olarak göz önünde bulundurulması nedeniyle, ancak felsefeye, daha doğrusu hukuk felsefesine özgü olabilecek bu tür bir araştırmanın ise, belli yer ve zamandaki pozitif hukukla ilgilenen bir bilim için ne denli bir önem taşıdığı kolaylıkla kabul edilebilecek bir niteliktedir. Çünkü böyle bir hukuk bilimi (pozitif hukuk bilimi), yürürlükte olan herhangi normları değil, hukuk normlarını açıklamak ister. Gerçekte, insan yaşamını kuşatan yalnızca hukuk normları değildir; bunların yanı sıra mantık, estetik, ahlâk ve örf gibi diğer normlar da vardır. Mantık normları düşünceye, estetik normları duyguya yönelmekle kolayca hukuk normlarından ayırt edilirse de, hukukla birlikte insanın irade ve fiillerine yönelen ahlâk ve örf normlarının hukuk normlarından ne yolda ayrıldıklarının saptanması güçlüklerle doludur. Şu nedenle ki, bu tür normlar da, hukuk normlarıyla ortaklaşa aynı formal karakterleri taşırlar; onlar da zorlayıcı bir buyruk niteliğinde olduğu gibi. muhteva bakımından da hukuk karşısında kesin bir özellik ve ayrılık göstermezler. Oysa bir hukuk bilimi, eğer bilim olacaksa, her şeyden önce konusunu belirtmek, konusuna giren olay ve kavramları ayırt etmek, bunlar ı karşılıklı sınırlandırmak zorundadır ; yani konusu hukuk normlarının muhtevası olduğuna göre, neyin hukuk normu, neyin hukuk normu olmadığını güvenlik ve kesinlikle bilmek durumundadır. Nasıl ki, diğer bilimler, söz gelimi kimya da, kimyaya ilişkin olayların fizik olaylardan ne yolda ayrıldığını açıklıkla bilmedikçe, kimya kanunlarım güvenilir bir biçimde araştıramaz.

işte pozitif hukuk bilimine, kendi araştırmalarında çok gerekli olan bu ölçüyü, ancak hukuk felsefesi saklayacaktır. Gerçi, hukuk biliminin, hukuk kavramının saptanmasından çok daha önce pozitif hukuku işlediği, bu yüzden de hukuk felsefesince hukukun niteliğinin belirlenmesi yolundaki çalınmalara ihtiyaç ve gereklilik olmadığı söylenebilir. Yalnız, şu var ki, hukukun niteliğinin (hukuk kavramının) saptanması yolundaki hukuk felsefesince yürütülen çalışmalara duyulacak ihtiyaç ve zorunluluk zaman bakımından değil, mantık açısından bir zorunluluktur; bir başka deyişle, burada söz konusu olan. hukuk kavramının hukukun muhtevasının araştırılmasından zamanda önce gelip gelmediği değil, aksine mantıken önce gelip gelmediği sorunudur, önceden hukuk kavramında açıklığa kavuşmamı olan bir pozitif hukukçu, duygu ve sezgisine dayanarak doğru olanı bulsa, hukuku doğru bir biçimde saptasa bile, bununla o, pozitif hukukun kendisinden çıkarmadığı, aksine pozitif hukuka yaklaştırıp uyguladığı mantıkî bir bilginin varlığını kabul etmiş olur. Fakat şimdi bu pozitif hukukçu, metodik olarak düşünürse — ki bilim yaptığına göre. melodik düşünmek zorundadır — bir şeyi neden ötürü hukuk olarak onayıp, diğerlerini böyle kabul etmediğini kendi kendine soracaktır ve bunu sorunca da hukuk felsefesine başvurmak gereğini duyacaktır; çünkü soru, çoktan belirtildiği üzere, tümel olana (hukukun bütününe) ilişkin bulunmakla tamamen felsefî niteliktedir.

Üstelik, hukukun niteliğine ilişkin çalışmaların pratik hukuk bilimine sağladığı bir başka yarar daha vardır. Bu yarar, hukuk biliminin, konusunu araştırmada uygulayacağı metodun belirlenmesinde kendini gösterir. Pozitif hukuk bilimi ödevlerine bilinçli olmak, ödevleri üzerine lam bir açıklığa kavuşmak için, neyi işlemesi gerektiği kadar, bunu nasıl işlemesi gerektiğini de bilmek durumundadır. Bilindiği gibi, hukuk salt bir olay olmaktan çok, insana yönelen, ondan belli bir davranış bekleyen makûl bir istem (bir talep), bir normdur; böyle olunca da, salt olayları inceleyen, onlar arasındaki zorunlu ilişkileri bulmaya çalışan bilimlerin kullandığı kozal metot ile incelenemeyeceği açıktır. Bu nedenle, bu yolda çalışan bilim de bir hukuki kurumun (müessesenin) hangi psikolojik yada sosyolojik nedenlerle meydana geldiğini ve meydana gelmek zorunda olduğunu değil, hangi makûl nedenlerden anlaşılabileceğini açıklamak durumundadır.

Vecdi Aral

Kaynakça : İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası C.38 S.1-4 (1973), sf. 635-638

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...