Hukuk felsefesi bir kez, hukukun niteliğini saptamaya çalışır.
Hukuk
felsefesi önce, genellikle felsefenin vatlığın ne olduğunu araştırmaya
girişmesi, nitelik problemleri ile ilk ve temel problemlerle uğraşması gibi,
hukukun ne olduğunu, hukukun niteliğini belirlemeye çalışır.
Burada
hukuk, belli yer ve zamandaki hukuku araştırma konusu yapan hukuk biliminin
aksine, bütünü bakımından, tümel (külli) olarak ele alınır. Diğer bir deyişle,
söz konusu hukuk geçmişteki ya da bu günkü Türk,İsviçre. Alman Hukuku gibi
belli bir hukuk düzeni ya da özel hukuk, ceza hukuku, usul hukuku, uluslararası
hukuk gibi belli bir hukuk dalı ve bunların açıklanması gereken normları
değildir. Önemle belirtilmelidir ki, bu hukuk aynı zamanda, olması gereken bir
hukuk da değildir. Çünkü, felsefenin ilk sorun'u olan nitelik sorun'una
karşılık, hukuk felsefesinin de ilk sorunu hukukun niteliğidir;
cevaplandırılması gereken soru hukukun nasıl olması gerektiği sorusu değil,
hukukun nasıl olduğu, hukukun ne olduğu sorusudur. Kısaca, burada ele alınan
hukuk genellikle hukuktur; onun niteliğidir.
Hukukun
böylece tümel olarak göz önünde bulundurulması nedeniyle, ancak felsefeye, daha
doğrusu hukuk felsefesine özgü olabilecek bu tür bir araştırmanın ise, belli
yer ve zamandaki pozitif hukukla ilgilenen bir bilim için ne denli bir önem
taşıdığı kolaylıkla kabul edilebilecek bir niteliktedir. Çünkü böyle bir hukuk
bilimi (pozitif hukuk bilimi), yürürlükte olan herhangi normları değil, hukuk
normlarını açıklamak ister. Gerçekte, insan yaşamını kuşatan yalnızca hukuk
normları değildir; bunların yanı sıra mantık, estetik, ahlâk ve örf gibi diğer
normlar da vardır. Mantık normları düşünceye, estetik normları duyguya
yönelmekle kolayca hukuk normlarından ayırt edilirse de, hukukla birlikte
insanın irade ve fiillerine yönelen ahlâk ve örf normlarının hukuk normlarından
ne yolda ayrıldıklarının saptanması güçlüklerle doludur. Şu nedenle ki, bu tür
normlar da, hukuk normlarıyla ortaklaşa aynı formal karakterleri taşırlar;
onlar da zorlayıcı bir buyruk niteliğinde olduğu gibi. muhteva bakımından da
hukuk karşısında kesin bir özellik ve ayrılık göstermezler. Oysa bir hukuk
bilimi, eğer bilim olacaksa, her şeyden önce konusunu belirtmek, konusuna giren
olay ve kavramları ayırt etmek, bunlar ı karşılıklı sınırlandırmak zorundadır ;
yani konusu hukuk normlarının muhtevası olduğuna göre, neyin hukuk normu, neyin
hukuk normu olmadığını güvenlik ve kesinlikle bilmek durumundadır. Nasıl ki,
diğer bilimler, söz gelimi kimya da, kimyaya ilişkin olayların fizik olaylardan
ne yolda ayrıldığını açıklıkla bilmedikçe, kimya kanunlarım güvenilir bir
biçimde araştıramaz.
işte
pozitif hukuk bilimine, kendi araştırmalarında çok gerekli olan bu ölçüyü,
ancak hukuk felsefesi saklayacaktır. Gerçi, hukuk biliminin, hukuk kavramının saptanmasından
çok daha önce pozitif hukuku işlediği, bu yüzden de hukuk felsefesince hukukun
niteliğinin belirlenmesi yolundaki çalınmalara ihtiyaç ve gereklilik olmadığı
söylenebilir. Yalnız, şu var ki, hukukun niteliğinin (hukuk kavramının)
saptanması yolundaki hukuk felsefesince yürütülen çalışmalara duyulacak ihtiyaç
ve zorunluluk zaman bakımından değil, mantık açısından bir zorunluluktur; bir
başka deyişle, burada söz konusu olan. hukuk kavramının hukukun muhtevasının
araştırılmasından zamanda önce gelip gelmediği değil, aksine mantıken önce
gelip gelmediği sorunudur, önceden hukuk kavramında açıklığa kavuşmamı olan bir
pozitif hukukçu, duygu ve sezgisine dayanarak doğru olanı bulsa, hukuku doğru
bir biçimde saptasa bile, bununla o, pozitif hukukun kendisinden çıkarmadığı,
aksine pozitif hukuka yaklaştırıp uyguladığı mantıkî bir bilginin varlığını
kabul etmiş olur. Fakat şimdi bu pozitif hukukçu, metodik olarak düşünürse — ki
bilim yaptığına göre. melodik düşünmek zorundadır — bir şeyi neden ötürü hukuk olarak
onayıp, diğerlerini böyle kabul etmediğini kendi kendine soracaktır ve bunu
sorunca da hukuk felsefesine başvurmak gereğini duyacaktır; çünkü soru, çoktan
belirtildiği üzere, tümel olana (hukukun bütününe) ilişkin bulunmakla tamamen
felsefî niteliktedir.
Üstelik, hukukun niteliğine ilişkin çalışmaların pratik hukuk bilimine sağladığı bir başka yarar daha vardır. Bu yarar, hukuk biliminin, konusunu araştırmada uygulayacağı metodun belirlenmesinde kendini gösterir. Pozitif hukuk bilimi ödevlerine bilinçli olmak, ödevleri üzerine lam bir açıklığa kavuşmak için, neyi işlemesi gerektiği kadar, bunu nasıl işlemesi gerektiğini de bilmek durumundadır. Bilindiği gibi, hukuk salt bir olay olmaktan çok, insana yönelen, ondan belli bir davranış bekleyen makûl bir istem (bir talep), bir normdur; böyle olunca da, salt olayları inceleyen, onlar arasındaki zorunlu ilişkileri bulmaya çalışan bilimlerin kullandığı kozal metot ile incelenemeyeceği açıktır. Bu nedenle, bu yolda çalışan bilim de bir hukuki kurumun (müessesenin) hangi psikolojik yada sosyolojik nedenlerle meydana geldiğini ve meydana gelmek zorunda olduğunu değil, hangi makûl nedenlerden anlaşılabileceğini açıklamak durumundadır.
Vecdi Aral
Kaynakça : İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası C.38 S.1-4 (1973), sf. 635-638
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder