T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

5 Haziran 2021 Cumartesi

Hukukun Bilimselliğine Yönelik Kuşkular: Kirschmann ve Hukukun Bilim Olarak Değersizliği

Hatırlanacağı üzere Aral’ın, daha ilk çalışmalarından itibaren hukukun bilimsel ve nesnel olduğu düşüncesini savunduğu belirtilmişti. Yine daha önce belirtildiği üzere Aral’ın bu konudaki gayreti, aslında bir başka yaklaşıma, hukukun bilimsel olmadığı görüşüne itiraz niteliğindedir. Bu durumda önce hukukun bilimselliğini reddeden bu görüşü ele almak yerinde olacaktır.

Aral’ın, hukukun bilimselliği ve nesnelliği görüşünü savunduğu ilk çalışmalarında zımnen karşı çıktığı bu görüş, XIX. yüzyıl Alman hukukçusu Julius Hermann von Kirschmann (1802-1884) tarafından dile getirilmiştir. Kirschmann’ın bu konudaki düşüncelerini içeren 1848 tarihli meşhur “Die Werthlosigkeit der Jurisprudenz als Wissenschaft” isimli makalesi ise 1949 yılında Türkçe’ye de çevrilmiştir.

Aslen bir konuşma metni olan bu makalesinde Kirschmann, hukukun değersizliği iddiasının iki anlama gelebileceğini söyler. Hukuk bir yandan tıpkı diğer bilim dalları gibi pratik hiçbir fayda hasıl etmez; gerçek hayat üzerinde etkisi yoktur. Diğer yandan da tamamen kuram düzeyinde bir değeri yoktur; hakiki anlamda bir bilim değildir.

Bacon’dan bu yana bilimlerde son derece hızlı yaşanan gelişmeye dikkat çekerken Kirschmann’ın zihnindeki bilim kavramının doğa bilimleri olduğu kuşkusuzdur. Doğa bilimlerinde görülen bu gelişmeye karşılık hukuk, Kirschmann’a göre gerilememişse de yerinde saymıştır, kuralları, kavramları o zamandan beri kesinleşmemiş berraklaşmamıştır .

Kirschmann, hukukun bilim olarak değersizliğinde ne kadar tavizsiz bir tutum içerisindeyse de bu eksikliğin, zaafın hiçbir şekilde hukukçulardan kaynaklanmadığını söylemekte de o kadar insaflıdır. Sorun, hukukun bizzat kendisindedir; bu durum, “yalnız konuda mevcut olan gizli kuvvetlerin, insan aklının, bu istikametteki çalışmalarına engel olmasından ileri” gelir.

Kirschmann, hukukun niçin yeterince gelişemediğini ve dolayısıyla bir bilim olarak değersiz olduğunu, doğa bilimleriyle karşılaştırmak suretiyle izah eder.

Bunlardan ilki, hukuk biliminin konusunu oluşturduğunu söylediği “doğal hukukun” sürekli değişmesidir. Buna karşılık doğa bilimlerinin konusunu oluşturan doğal varlıklar dün nasılsa bugün de öyledir. Doğa alanında bir sabitlik, değişmezlik söz konusudur. Hukuk biliminin konusunu oluşturan mülkiyet, aile, devlet gibi kurumların tabi olduğu bu değişimin sonucu, hukuk biliminin her zaman hayatın olağan akışının gerisinde kalmasıdır. Hukuk bilimi genel bir takım ilkeler ortaya koyabilir. Fakat ne zaman genel bir ilkeye ulaşsa konusunu oluşturan unsurlar çoktan değişmiştir. Üstelik hukuk bilimi, bu değişime karşı menfi bir tavır da sergiler. Eski hukuk uygulamalarını, kabullerini sürdürmekte ısrar eder; mevcut ekonomik ve toplumsal gelişmelerin doğurduğu sorunları, bu eski kabullere göre çözmeye çalışır.

Hukuk biliminin değersizliğinin ikinci sebebi, hukukun salt akli değil hissi bir yönünün de bulunmasıdır. Yani hukuk, sadece insanın aklına değil duygularına da hitap eder. Hâlbuki diğer bilimlerin, insanın duygu dünyasıyla bir alıp veremediği yoktur. Matematikte olsun, fizik veya biyolojide olsun, bilimsel araştırmaların seyrini duygular değil de düşünceler belirler. Hukukta ise öfke, ihtiras, tarafgirlik vb. insani tutumlar her daim iş başındadır. Hukuki tartışmalar bu tür duygulanımlardan muaf değildir. Bu durum ise hukukun, bir bilim olarak gelişmesi önünde engeldir. Zira duygu ile bilimlerin nihai amacı olan hakikat hiçbir şekilde bir araya getirilemez. Duyguların işin içerisine karıştırılması hakikatten sapılmasına yol açar.

Nihayet hukuk biliminin değersizliğine gösterilecek diğer bir kanıt ise hukukta bilimsel anlamda yasaların olmayışıdır. Bütün bilim dallarında (Burada yine doğa bilimlerinden bahsedildiğini hatırlatmakta fayda var!) belirli yasalar vardır. Yasalara ulaşma, bilimlerin nihai hedefidir. Buna karşılık hukukta yasa bambaşka bir anlama sahiptir. Yaptırımlara bağlanmış yürürlükte ve geçerli kurallardan oluşan pozitif hukuk anlamında yasa, diğer bilimlerdekinden farklı olarak doğruluğu veya yanlışlığı dikkate alınmadan zorla uygulanır. Kirschmann’ın anladığı anlamda “doğal hukuk” bu yasalara uymak zorundadır. Diğer bilimler, hayatın olağan akışına, işleyişine, kısaca tüm bir oluş evrenine karşı saygılıdır. Hukuk ise bu gidişatı, bu düzeni bozacak türden, hatta tam zıddı yönünde müdahalelerde bulunmaktan kaçınmaz. Bu özelliği pozitif hukukun, “doğal hukuk”a aykırı düşmesine de sebep olur. Pozitif hukuk, çelişkilerle, boşluklarla, belirsizliklerle maluldür. Ayrıca donuk olduğu kadar aşırı soyuttur da. Bu sebeple hayatın dışında kalmaya mahkûmdur. Tüm bunlar pozitif hukuka bir keyfilik de getirir.

İşte bütün bu sebeplerde ötürü hukuk bilim olarak değersizdir. Kirschmann’ın bu konudaki görüşleri şu şairane satırlarla gayet güzel özetlenebilir:

“Bir hakikat rahibesi olması gereken hukuk ilmi, müspet kanun yüzünden tesadüfün, yanılmanın, ihtirasın, belahetin [alıklık] hizmetkârı olur. İlmin konusu ise ebedî ve mutlak olacağı yerde tesadüfî ve kusurlu olmakta, göğün esir tabakasından dünyanın çamuru içine düşmektedir.”

İşte Aral’ın hukukun bilimselliğini kanıtlama konusundaki tüm gayreti, Kirschmann’ın yukarıda ele alınan, hem iddiasının cüreti hem de belagatının gücü bakımından hayli etkileyici bu görüşleri göz önünde bulundurulduğunda çok daha anlamlı olur.

Aral’ın akademik kariyerinin daha ilk yıllarında kaleme aldığı 1965 tarihli “Hukuk İlmini Gerçek Bir İlim Haline Getirmek İçin Hukuka Bir Objektivite Kazandırma Gayretleri ve Bunların Değeri” ve 1974 tarihli “Hukuk Felsefesinde Değer Rölativizmine Karşı Değer Objektivizimi” ismini taşıyan makaleleri, hukukun bilimselliği ve nesnelliği konusunu merkeze alan çalışmalardır. Bu makalelerde Aral’ın konuyla ilgili düşünceleri çekirdek hâlinde bulunur.

Aral’ın yukarıda adı geçen bu iki makalesinin yanı sıra hukukun bilimselliğini ve nesnelliğini savunduğu en önemli diğer iki kaynak ise ilk kez 1971’de basılan Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine isimli kitabı ile 2011 tarihli Tek ve Bağımsız Hukuk kitabıdır. Burada dikkat çekici bir özellik vardır ki o da Aral’ın ilk kitabı ile akademik hayatının nispeten geç dönemlerinde kaleme aldığı diğer bir kitabında da hukukun bilim olduğu görüşünü ısrarla savunmasıdır; hukukun bilimselliği ve nesnelliği düşüncesi Aral için sürekli tekrar eden, düşünce dünyasının âdeta manivelası niteliğinde bir kabuldür. Hatta Aral’ın alâmet-i farikası olduğu da söylenebilir.

Sercan Gürler

Kaynakça : Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 18 S.2 (2016), sf. 21-25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...