Hatırlanacağı üzere Aral’ın, daha ilk çalışmalarından itibaren hukukun bilimsel ve nesnel olduğu düşüncesini savunduğu belirtilmişti. Yine daha önce belirtildiği üzere Aral’ın bu konudaki gayreti, aslında bir başka yaklaşıma, hukukun bilimsel olmadığı görüşüne itiraz niteliğindedir. Bu durumda önce hukukun bilimselliğini reddeden bu görüşü ele almak yerinde olacaktır.
Aral’ın,
hukukun bilimselliği ve nesnelliği görüşünü savunduğu ilk çalışmalarında zımnen
karşı çıktığı bu görüş, XIX. yüzyıl Alman hukukçusu Julius Hermann von
Kirschmann (1802-1884) tarafından dile getirilmiştir. Kirschmann’ın bu konudaki
düşüncelerini içeren 1848 tarihli meşhur “Die Werthlosigkeit der Jurisprudenz
als Wissenschaft” isimli makalesi ise 1949 yılında Türkçe’ye de çevrilmiştir.
Aslen
bir konuşma metni olan bu makalesinde Kirschmann, hukukun değersizliği
iddiasının iki anlama gelebileceğini söyler. Hukuk bir yandan tıpkı diğer bilim
dalları gibi pratik hiçbir fayda hasıl etmez; gerçek hayat üzerinde etkisi
yoktur. Diğer yandan da tamamen kuram düzeyinde bir değeri yoktur; hakiki
anlamda bir bilim değildir.
Bacon’dan
bu yana bilimlerde son derece hızlı yaşanan gelişmeye dikkat çekerken Kirschmann’ın
zihnindeki bilim kavramının doğa bilimleri olduğu kuşkusuzdur. Doğa
bilimlerinde görülen bu gelişmeye karşılık hukuk, Kirschmann’a göre gerilememişse de yerinde saymıştır, kuralları, kavramları o zamandan beri
kesinleşmemiş berraklaşmamıştır .
Kirschmann,
hukukun bilim olarak değersizliğinde ne kadar tavizsiz bir tutum içerisindeyse
de bu eksikliğin, zaafın hiçbir şekilde hukukçulardan kaynaklanmadığını
söylemekte de o kadar insaflıdır. Sorun, hukukun bizzat kendisindedir; bu
durum, “yalnız konuda mevcut olan gizli kuvvetlerin, insan aklının, bu
istikametteki çalışmalarına engel olmasından ileri” gelir.
Kirschmann,
hukukun niçin yeterince gelişemediğini ve dolayısıyla bir bilim olarak değersiz
olduğunu, doğa bilimleriyle karşılaştırmak suretiyle izah eder.
Bunlardan
ilki, hukuk biliminin konusunu oluşturduğunu söylediği “doğal hukukun” sürekli değişmesidir. Buna karşılık doğa bilimlerinin konusunu oluşturan doğal
varlıklar dün nasılsa bugün de öyledir. Doğa alanında bir sabitlik, değişmezlik
söz konusudur. Hukuk biliminin konusunu oluşturan mülkiyet, aile, devlet gibi
kurumların tabi olduğu bu değişimin sonucu, hukuk biliminin her zaman hayatın
olağan akışının gerisinde kalmasıdır. Hukuk bilimi genel bir takım ilkeler
ortaya koyabilir. Fakat ne zaman genel bir ilkeye ulaşsa konusunu oluşturan
unsurlar çoktan değişmiştir. Üstelik hukuk bilimi, bu değişime karşı menfi bir
tavır da sergiler. Eski hukuk uygulamalarını, kabullerini sürdürmekte ısrar
eder; mevcut ekonomik ve toplumsal gelişmelerin doğurduğu sorunları, bu eski
kabullere göre çözmeye çalışır.
Hukuk
biliminin değersizliğinin ikinci sebebi, hukukun salt akli değil hissi bir
yönünün de bulunmasıdır. Yani hukuk, sadece insanın aklına değil duygularına da
hitap eder. Hâlbuki diğer bilimlerin, insanın duygu dünyasıyla bir alıp
veremediği yoktur. Matematikte olsun, fizik veya biyolojide olsun, bilimsel
araştırmaların seyrini duygular değil de düşünceler belirler. Hukukta ise öfke,
ihtiras, tarafgirlik vb. insani tutumlar her daim iş başındadır. Hukuki
tartışmalar bu tür duygulanımlardan muaf değildir. Bu durum ise hukukun, bir
bilim olarak gelişmesi önünde engeldir. Zira duygu ile bilimlerin nihai amacı
olan hakikat hiçbir şekilde bir araya getirilemez. Duyguların işin içerisine
karıştırılması hakikatten sapılmasına yol açar.
Nihayet
hukuk biliminin değersizliğine gösterilecek diğer bir kanıt ise hukukta
bilimsel anlamda yasaların olmayışıdır. Bütün bilim dallarında (Burada yine
doğa bilimlerinden bahsedildiğini hatırlatmakta fayda var!) belirli yasalar
vardır. Yasalara ulaşma, bilimlerin nihai hedefidir. Buna karşılık hukukta yasa
bambaşka bir anlama sahiptir. Yaptırımlara bağlanmış yürürlükte ve geçerli
kurallardan oluşan pozitif hukuk anlamında yasa, diğer bilimlerdekinden farklı
olarak doğruluğu veya yanlışlığı dikkate alınmadan zorla uygulanır.
Kirschmann’ın anladığı anlamda “doğal hukuk” bu yasalara uymak zorundadır.
Diğer bilimler, hayatın olağan akışına, işleyişine, kısaca tüm bir oluş
evrenine karşı saygılıdır. Hukuk ise bu gidişatı, bu düzeni bozacak türden,
hatta tam zıddı yönünde müdahalelerde bulunmaktan kaçınmaz. Bu özelliği pozitif
hukukun, “doğal hukuk”a aykırı düşmesine de sebep olur. Pozitif hukuk,
çelişkilerle, boşluklarla, belirsizliklerle maluldür. Ayrıca donuk olduğu kadar
aşırı soyuttur da. Bu sebeple hayatın dışında kalmaya mahkûmdur. Tüm bunlar
pozitif hukuka bir keyfilik de getirir.
İşte
bütün bu sebeplerde ötürü hukuk bilim olarak değersizdir. Kirschmann’ın bu
konudaki görüşleri şu şairane satırlarla gayet güzel özetlenebilir:
“Bir
hakikat rahibesi olması gereken hukuk ilmi, müspet kanun yüzünden tesadüfün,
yanılmanın, ihtirasın, belahetin [alıklık] hizmetkârı olur. İlmin konusu ise
ebedî ve mutlak olacağı yerde tesadüfî ve kusurlu olmakta, göğün esir
tabakasından dünyanın çamuru içine düşmektedir.”
İşte
Aral’ın hukukun bilimselliğini kanıtlama konusundaki tüm gayreti, Kirschmann’ın
yukarıda ele alınan, hem iddiasının cüreti hem de belagatının gücü bakımından
hayli etkileyici bu görüşleri göz önünde bulundurulduğunda çok daha anlamlı
olur.
Aral’ın
akademik kariyerinin daha ilk yıllarında kaleme aldığı 1965 tarihli “Hukuk
İlmini Gerçek Bir İlim Haline Getirmek İçin Hukuka Bir Objektivite Kazandırma
Gayretleri ve Bunların Değeri” ve 1974 tarihli “Hukuk Felsefesinde Değer
Rölativizmine Karşı Değer Objektivizimi” ismini taşıyan makaleleri, hukukun
bilimselliği ve nesnelliği konusunu merkeze alan çalışmalardır. Bu makalelerde
Aral’ın konuyla ilgili düşünceleri çekirdek hâlinde bulunur.
Aral’ın
yukarıda adı geçen bu iki makalesinin yanı sıra hukukun bilimselliğini ve
nesnelliğini savunduğu en önemli diğer iki kaynak ise ilk kez 1971’de basılan
Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine isimli kitabı ile 2011 tarihli Tek ve Bağımsız
Hukuk kitabıdır. Burada dikkat çekici bir özellik vardır ki o da Aral’ın ilk
kitabı ile akademik hayatının nispeten geç dönemlerinde kaleme aldığı diğer bir
kitabında da hukukun bilim olduğu görüşünü ısrarla savunmasıdır; hukukun
bilimselliği ve nesnelliği düşüncesi Aral için sürekli tekrar eden, düşünce
dünyasının âdeta manivelası niteliğinde bir kabuldür. Hatta Aral’ın alâmet-i
farikası olduğu da söylenebilir.
Sercan Gürler
Kaynakça : Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 18 S.2 (2016), sf. 21-25
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder