İnsanlık
tarihi boyunca büyük bir ilerleme kaydeden bilim, insanlığın dününe, bugününe
ve yarınına büyük hizmetler sunmuştur. İnsanlık tarihi incelendiğinde özellikle
sanayi devriminden sonra bilimsel gelişim hızında olağanüstü bir artış
yaşandığı görülecektir. Bilimin bu denli hayatımızda yer kapladığı bir dünyada
elbette ki insanlar tarafından tanımlanma, tasnif edilme, değerlendirme gibi
pek çok düşünsel faaliyete konu olmuştur.
Bilimin
alt dallarından biri olup olmadığı günümüzde tartışılan hukuk da insanlık tarihinde
önemli bit yer edinmiştir. Doğru amaçlarla kullanıldığında insanları huzur ve
refaha eriştirebilen ya da yanlış amaçlarla kullanıldığında devlet düzenini
sona erdirip anarşinin başlamasına sebep olabilecek nitelikteki araçlardan
biridir.
Yaşar
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Nazım Sözer’in ‘’Bilim
ve Hukuk’’ adlı makalesinde de öncelikle ayrı ayrı değerlendirmelerde
bulunulmuş ve en sonunda ortak bir paydada bilim ve hukukun etkileşimi
irdelenmiştir. Okuyacağınız yazımda, bu değerli makaleye yönelik olumlu ve
olumsuz eleştiriler ile farklı bir bakış açısı arayışına gireceğinize
inanıyorum.
Bilim’in Tanımı
Bilim’in
Türk Dil Kurumuna göre 3 ayrı(aynı zamanda benzer) tanımı bulunmaktadır. Bunlar:
‘’
Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan
yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli
bilgi,ilim.’’
‘’
Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yönetimli ve dizgisel bilgi.’’
‘’
Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi
edinme ve yöntemli araştırma süreci’’ ‘dir.[1]
Bilimin
insan hayatındaki yerinin uçsuz bucaksız oluşu, pek tabii olarak bilimin
tanımlanmasını da zorlaştırmaktadır. Yazar da bilimin tanımına yönelik bazı
yazar ve düşünürlerin görüşlerine yer vermiştir. Verilen örnekler
incelendiğinde Büchner Blasius’tan örnek
verilen ‘’ Nesnel sağlamlığı olan, geçerliliği kabul edilmiş, bilgiler
bütünüdür’’ tanımı kanaatimce bilimin temel özelliklerini de içerisinde
barındırdığından ötürü kanaatimce en isabetli tanımdır.
Yazara
göre bilginin iki faydası bulunmaktadır. Bunlar hakikatin saptanması ve
mutluluğa ulaşma aracıdır. Hakikatin saptanmasına katılmakla birlikte mutluluğa
ulaşma aracı olup olmadığı konusunda şüpheler barındırmaktayım. Bilgi gerçekten
mutlu eder mi? Amacın sadece bilgiye ulaşmak olduğunu düşündüğümüzde yani
sadece ‘’bilgiyi ortaya çıkarmak’’ ise sorumun cevabını evet olarak
yanıtlayabiliriz. Ancak bu bilginin insanlık üzerindeki etkilerini
irdelediğimizde her zaman evet cevabı ile karşılaşamayız. 2020 yılından
itibaren dünyamız Covid-19 virüsü ile şekillenmektedir. Bu virüsün bir an için
Çinli bir biliminsanı tarafından laboratuar ortamında bilimsel araştırmalar sırasında
üretildiğini varsayalım (komplo teorilerinden bağımsız olarak). Bu
biliminsanının gerçekleştirdiği faaliyet bilimsel bir faaliyettir, bilimsel
faaliyetinin neticesinde biyolojik bir ürün elde etmiştir. Ancak insanlığa
yapmış olduğu etki mutluluk vermemektedir. Enteresandır ki kötü amaçlarla
yapılan bilimsel çalışmaların insanlığa hizmet ettiği de görülmektedir. Örneğin
Nazi Almanyası döneminde biliminsanlarının toplama kamplarındaki hipotermi
üzerine yapmış oldukları çalışmalar bugün tıp dünyasında hala geçerli bilgiler
olarak kullanılmaktadır. Ayrıca ‘’roket teknolojilerinin babası’’ olarak kabul
edilen Wernher Von Braun çalışmalarının temelini Nazi Almanyası’nda atmış bir
SS[2]
Subayıdır.[3]
Bilim’in Görevi
Yazar
tarafından bilimin 3 adet görevi olduğu ifade edilmiştir. Bunlar; anlama,
açıklama ve kontroldür. Anlama ve açıklama görevi aslında yazarın da ifade
ettiği gibi sormak istediğimiz sorunun yansımasıdır. Bilim neden-sonuç ilişkisi
barındırması özelliğinden hareketle anlama görevi nedir sorusuna, açıklama
görevi de niçin sorusuna işaret etmektedir.
Hipotez
tanımlanırken ‘’doğru olduğuna güvenilen önerme’’ cümlesi kullanılmıştır.
Burada güvenmenin kaynağı nedir? Bir inanış mı? Yoksa insanın atasından öğrenip
kalıplaştırdığı davranış bilgisi midir? Yazarın bu kavram üzerinde durması
gerektiği kanaatindeyim.
Şencan’a
göre Hipotezler, doğal dünyada yaptığımız gözlemler sonucunda tespit ettiğimiz veya
zihnimizde çeşitli problemlerin çözümüne ilişkin olarak geliştirdiğimiz bir
veya birden fazla açıklama biçimidir. Hipotezleri, ana kütle hakkında araştırma
sonuna kadar geçici olarak doğru olduğunu düşündüğümüz test edilebilir
varsayımlar veya iddialar olarak da tanımlayabiliriz. Hipotezler doğru veya
yanlış olabilir. Fakat kesin bir karara varmadan önce üzerinde araştırma
yapabilmek için bir süre için doğru imiş gibi kabul edilir veya doğru olduğu
iddia edilir.[4]
Yazar,
bilimsel yöntem sonucu ortaya çıkan yasanın evrensel olmadığına dikkat
çekmiştir. Bu noktada yazar ile aynı fikirde olduğumu söylemeliyim. Günümüz
akademik camiasında evrensel kelimesinin oldukça sık kullanıldığı
görülmektedir. Hukuk açısından düşündüğümüzde ilk aklıma gelen Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı ve BM Genel Kurulu’nun Paris’te 10
Aralık 1948’de kabul ettiği ‘’İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’’dir. Dünya
üzerindeki insan hakları aktivistlerinin, anayasa hukukçularının anlatımlarında
çoğu zaman hakların evrensel oluşundan bahsedilmektedir. Ancak bu sadece hak
kavramın vurgusunu güçlendiren içi boş bir kelimedir. Bir hakkın evrensel
olması için bu hakkın evren içerisindeki her yerde uygulanması gerekmektedir.
Böyle bir olasılık henüz mevcut değildir. Bir başka anlatımla, dünya üzerindeki
en gelişmiş canlı olan insanın ürettiği bilgi ‘’küresel’’ niteliktedir. Çünkü
bilimsel faaliyet sonucu elde edilen her bilgi Dünya küresel alanında elde
edilmiş. Bir başka gezegende, yıldız sisteminde ya da galakside aynı
yöntemlerle aynı sonucun ortaya çıkacağından emin olunamaz.
Bilim’in Uygulama Alanı
ARAL
tarafından da ifade edildiği üzere, her ne kadar dallara ayrılmış olsa da bilim
tektir. Dallara ayrılan aslında bilimin birbirinden farklı görünüşleridir.
Bilimin genel olarak kabul edilmiş bir tasnifi bulunmamaktadır. Bu nedenle
yazar da birçok farklı ayrıma yer vermiştir. Kanaatimce en isabetli ayrım
Pozitif-Normatif bilim ayrımıdır. Bu ayrımda bilim olgular ve insanlar
temelinde ikili ayrıma tabi tutulmaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere ne
kadar dallara ayrılırsa ayrılsın, uygulamada bütün bilim dalları birbirleriyle
bağlantılıdır ve birbirlerinden destek almaktadırlar. Moleküler biyoloji,
iktisat tarihi, adli psikoloji gibi ve benzeri pek çok örnek mevcuttur.
Bilimsel Araştırma Türleri
Nitel
ve nicel araştırma olmak üzere 2 farklı tür bulunmaktadır. Nitel araştırma,
sayısal olarak ölçülemeyen özelliklere sahiptir. Nicel araştırma sayısal
değerler üzerinden yapılmaktadır. Yazar tarafından nicel araştırma türleri ve
nitel araştırma türleri, anlaşılır ve örneksemelerle açıklanmıştır.
Bilimsel Araştırma Yöntemleri
Nicel
ve nitel araştırmada kullanılan yöntemler sırasıyla açıklanmıştır. Yazar
tarafından belirtildiği üzere yöntemler arasında kesin çizgiler ile ayrım
yapmam mümkün değildir. Hatta her iki araştırma türünün de aynı ad altında
araştırma yöntemi bulunmaktadır. Yazar yöntemleri irdelemeden önce genel
değerlendirmesinde, bilimsel araştırma yöntemleri arasına kıyası da dahil
etmektedir.
Kıyas
yönteminde araştırmacı değişkenler ve önermeler arasında karşılaştırmalar
yaparak belli sonuçlara ulaşır. Kıyas gözlem verilerine, önceki araştırma
bulgularına veya bütünüyle zihinsel değerlendirmelere dayalı olarak gelişir.[5]
Hukukta
kıyas ise farklı bir anlama gelmektedir. Kıyas hukukta hukuki boşluk durumlarda
kullanılır. Hakim kanun boşluğu ile karşılaşırsa örf ve adet kurallarına
bakacak, burada uygulanabilir bir hüküm bulamazsa büsbütün orijinal, olmayan
bir hukuk yaratacak veya kanunda düzenlenmemiş bir durum görürse, bu duruma
benzer nitelikte başka bir duruma yönelik hüküm varsa bu hükmü kıyasen olmayan
duruma uygulayacaktır.[6]
Yazar
hem nicel araştırma yönteminin hem de nitel araştırma yöntemini temel
hatlarıyla irdelemiştir. Burada nitel araştırmalarda kullanılan ‘’anlatı’’ya
değinmek isterim. Görüşmedeki planlı yaklaşımın aksine anlatıda muhatap tamamen
serbest bırakılarak açıklama yapmaya yönlendirilir. Yönlendirme faaliyeti hukuk
açısından şüphelidir. Dava dosyalarında hakimler tanık anlatımlarını dinleyerek
dava konusu olay hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmaktadır. Ancak önyargılı
bir hakim tanığa soracağı sorularda yönlendirici bir tavır takınmakta ve
tanıklar gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktadır. Bu da edinilen bilginin
yanlışlığına sebebiyet vermektedir. Diğer bilim dallarında kullanılabilir
olmakla birlikte hukukta anlatıda kullanılan yönlendirme her zaman doğru
sonuçlar vermeyecektir.
Yazar
nitel araştırma türünde mecazın kullanılabileceğini de ifade etmiştir. Konunun
anlaşılabilmesi açısından yararlı olmakla birlikte doğrulanabilirliği
tartışmalıdır. Yazar evrenin bir balon gibi genişlediği örnek vermiştir. Bir
balonu şişirirken hava bütün alanlarına homojen olarak dağılmaktadır, bir
tarafı diğer tarafına göre daha çok hava almamaktadır. Ancak evrenin aynı
homojenlikte genişlediğine dair herhangi bir bilimsel araştırma sonucuna
rastlanmamıştır.
Hukuk Tanımı
Yazara
göre hukuk ; ‘’Toplumsal yaşam içinde kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerini
düzenleyen ve uyulması kamu gücüyle yaptırıma bağlanmış toplumsal düzen
kuralları bütünüdür.’’ Burada kamu gücü ile kastedilen devlettir. Devlet
hukukun bir unsuru olarak ifade edilmiştir. İki farklı açıdan konuya farklılık
katmak isterim. İlkçağ insanları arasında yazısız bir hukuk uygulanmaktaydı
ancak devlet söz konusu değildir. Yani kamu gücünü devlet olarak görmek
dünyanın son birkaç bin yılı açısından doğru kabul edilebilmektedir ancak ilkel
çağ insanlarının uyguladığı hukuk düzeninde devlet mekanizmasının bulunmadığı
da bir gerçektir. İlkel çağda yaptırım gücü toplumsal kontrol mekanizmasından
kaynaklanmaktadır.[7]
Öte
yandan devletsiz dünya düzeni kurgulayan düşünce akımları da bulunmaktadır. Bu
düzenlerde yaptırımı uygulayan herhangi bir devlet mekanizması bulunmamaktadır.
Anti-devletçilik, devlete ve daha geniş bir anlamda her türlü zor kullanma güç
ve otoritesine karşı olan ideolojilerin tümünü ifade eden ve kapsayan bir
siyaset felsefesidir. Anti-devletçilik, bireylerin özel yaşam alanlarına,
davranış ve eylemlerine, karar ve tercihlerine devlet tarafından karışılmasını
genel prensip olarak reddeder. Bu felsefeyi kabul eden ve paylaşanlara göre
bireyler başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmedikleri sürece
özgürdürler ve özgür olmalıdırlar.[8]
Hukukun Görevleri
Hukukun
insan hayatına dokunduğu noktaların fazlalığı sebebiyle hukukun birçok görevi
bulunduğunu kabul etmekteyiz. Yazar da bu görevleri ana hatlarıyla
açıklamıştır. Pozitif ayrımcılığa, hukuki öngörülebilirliği isabetli bir
şekilde temas etmiştir.
Hukukun Düzenleme Alanı
Yazara
göre devlet, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, düzen sağlama görevini
üstlenmişti. Temel görevi düzeni korumak ve güvenliği sağlamaktı (gece bekçisi
devlet). Ancak sonraki yıllarda sosyal edimler sunmaya başlaması (sosyal
devlet, edim devleti, iktisat devleti) ile devletin görev alanı fevkalade
genişlemiştir. Bu durum yasa yapma sürecini de etkilemiş, ilgili düzenleme
alanında daha fazla uzmana görev verme gerçeği ortaya çıkmıştır.
Yazarın
19. Yüzyılın ortalarını işaret etmesinin nedenini irdelediğimizde kanaatimce 1789’da
başlayan Fransız İhtilali’nin özel bir önemi bulunmaktadır. Fransız Yurttaş ve
İnsan Hakları Bildirgesi eşitlik, özgürlük ve güvenlik umdeleri ile ortaya
çıktı. Güvenlik aynı zamanda hürriyeti de kapsamaktaydı. Devletin amacı kişinin
mal ve can güvenliğini korumaktı. Devrimciler haklarını egemenden talep
etmekteydi. Egemen olan kral ile ruhban
ve soylular sınıfıydı. Tek tek kişiler birleşerek arkalarına John Locke’un
doğal haklar teorisini[9] ve
egemene direnme hakkını alarak, bütün bu haklarını talep etmeye başladılar.[10]
Fransız
İhtilali yeni devlet anlayışı egemenliğin halka verilmesi, parlamentoların
oluşması kanunların toplumun çoğunluğunun çıkar ve menfaatini gözetmesi
esastır. Demokrasi çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür. Kralın soylu sınıfın
ruhbanlar sınıfının egemenliğinden kurtulan halk bu sefer de bir kısmının diğer
kısma tahakkümü şekline dönüştü. İşte insan hakları kavramı burada ortaya
çıkmaktadır çoğunluğun hakları, azınlığın hakları, kısacası insanlığın hakları
savunulmalı insan hakları temel alınmalıdır. Devleti oluştururken hukuk
normları oluşturulurken, temel insan hakları göz önünde esas olarak
alınmalıdır.[11]
Hukukun Bilimselliği Üzerine
Görüşler
Yazar
bu bölümde önemli düşünürlerin hukukun bilim olup olmadığı konusundaki
görüşlerine yer vermiştir. Örnek verilen birçok görüşte hukukun bir bilim
olmadığı ifade edilmektedir.
Ülkemizde
Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nde akademisyenlik yapmış Ernst Hirsch ise
konuya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Hirsch’e göre hukukun ilmi payesini
kazanmak için diğer bilim kollarının yardımına muhtaçtır. Sosyoloji, psikoloji,
tıp, felsefe ve benzerini örnek olarak kolaylıkla gösterebiliriz. Hirsch’e göre
iki ihtimal bulunmaktadır ; hukuk ya din ve metafizik gibi mahiyeti itibariyle
sahih ve tam ilmi bir araştırmanın konusunu teşkil edemez yada tıpkı astronomi,
fizik, kimya, jeoloji gibi fikri esaretin zincirleri olan dini, siyasi, mıstik
akidelerden kurtulabilir.
Herberger
, hukukun ‘’bilim mi sanat mı , yoksa her ikisi de mi?’’ olduğunu
sorgulamaktadır. Yazara göre hukuk hem bir bilimdir hem de bir sanattır. Bilimi
yani teoremi ve sanatı yani uygulamayı da aynı ölçüde öğreniriz. Bilim ve sanat
yönü arasında bağlantı kurulabildiğinde başarı elde edilebilir. Yazarın
görüşlerine katılmaktayım. Bir avukat olarak mahkemelerde hakim karşısında
yaptığımız savunma sadece sanat değildir. Gücünü teorik bilgiden alan bir
sanattır. Aksi düşünceye yapılan savunmanın hiçbir hukuki değeri olamayacaktır.
Hukuku
adalet sanatı olarak niteleyen görüş de dikkatimi çekmektedir. Hukuk,
sınanabilir olgularla, kanıtlanabilir yargılarla, doğrulanabilir bilgilerle,
insan eliyle değiştirilemez yasalarla uğraşmaz. Dolayısıyla klasik bilimler
gibi deskriptif, ampirik ve pozitif değildir. Hukukun esasında bilimsel oluğ
olmadığı tartışmalı olmakla birlikte en azından biçimsel (yöntemsel) bakımdan
bilimseldir.
Nihayetinde
Serozan’ın görüşünü isabetli bulmaktayım : ‘’Hukuk kuralları, akla, sağduyuya,
evrensel insan haklarına dayanan, hakkında genel görüş birliğine varılmış
düşünsel yargılardır. Varlıklar gelişigüzel gökyüzünde değil yeryüzünde, diğer
bilim dallarının yardımıyla aranır. Yani hukuk hem kuralların üretimi, hem de
uygulanması aşaması bakımından tamamen bilimseldir.
Norm Oluşturma Süreci
Yazara
göre norm oluşturma 7 aşamadan meydana gelmektedir Sırasıyla ; temayüz, tespit,
tasarım, teşkil, tatbikat, tadil, tatbikat. Tatbikat ve takip aşamaları normun
kullanımına ilişkindir, önceki aşamalar da üretimine ilişkindir. Burada yazar
kullanım aşamasını da isabetli bir şekilde norm oluşturma sürecine dahil
etmektedir.
Sorunun
temayüzünde, sorun konusu alan maddi veya manevi aleme ilişkin olabilmektedir.
Sorunun tespitini yapan insan olduğu için insanlara göre neyin sorun olup olmadığı
da görecelilik arz etmektedir. Birçok sorunun tespitinde mutabık
kalınabilmektedir ancak ayrıksı durumlar da mevcuttur. Yazar burada sigortalı
eş örneği ve Pascal’ın görüşleriyle bakış açısını güçlendirmiştir. Manevi aleme
ilişkin sorunların tespiti hukukun görevine girmemektedir. Aslında maddi aleme
ilişkin sorunların tespiti de hukukun görevine girmemektedir. Bu tespitler
diğer bilim dalları tarafında yapılmaktadır. Örneğin haksız ticari kazanç
sağlayan uygulamaların tespitini ekonomi ve ticaret alanında çalışan bilim
insanları yapmaktadır. Bu bilim insanları, hukuk bilim insanları ile birlikte
çözüm üzerine çalışabilmektedir.
Tasarım
gerçekleştirme, sorunun tespiti ve çözüm önerilerinin belirlenmesinin ardından
gelmektedir. Burada toplumsal bir gerçeklik oluşturma ödevi bulunmaktadır.
Tasarım oluşturmaya ilişkin çeşitli yöntemler bulunmaktadır (ör. AB Daha İyi
Yasa Yapma çalışması). Ülkemizde ise Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları
Hakkında Yönetmelik bulunmaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere AB uyum
yasaları amacıyla çıkarılan bu yönetmelik, AB’ye uyum yasaları çıkarmak için
dahi dikkate alınmamaktadır. Siyasi Saiklerle norm üretimine yıllardır olduğu
gibi devam edilmektedir. Bunun günümüzdeki en bariz örneği, milletvekillerinin
yasama faaliyetine destek sağlama amacıyla istihdam edilen milletvekili
danışmanlarının sekreterlik hizmeti verdiği görülmektedir.
Sorunun
tatbiki aşamasında, üretilen normun kullanılarak etkileri incelenmektedir.
Öncelikle olayın bilgisi elde edilmeli, daha sonra uygulanacak normun tespiti
ve en sonunda sonuçlar üzerinde çıkarsamalarda bulunulur. Yazar da bu konuda
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda dava konusu
olayın tahkikatı devam ederken değişen yasa maddesinin geriye yürüyüp
yürümeyeceği üzerinden hukuksal yorum yöntemlerini de kullanarak konuyu
başarılı şekilde izah etmiştir.[12]
Sonuç
Bilimin
ilgi alanı içine tüm evren girmektedir. Hukuk ise toplumsal yaşam ve bu yönüyle
evrenin bir parçasıyla ilgilenmektedir denilebilir. Bilim ilgi alanı içindeki
tüm olaylarla ilgilenmekteyken hukuk insan odaklıdır. Yazar hukukun bilim
sayılıp sayılmayacağının tespitinde bilimin ve hukukun görev alanlarının
değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere
bilimin anlama, açıklama ve kontrol görevi bulunmaktadır. Hukuk ise toplumsal
düzeni, adaleti sağlar ve zayıf olanı korur, ihtiyaçları karşılar. Hukukun
görevlerinin aslında bilimin kontrol görevleri ile örtüştüğü görülmektedir.
Bilimin
türleri dikkate alındığında, sosyal bir bilim olan hukukta üretim ve uygulama
açısından bilimsel bir niteliktedir. Yazara göre norm üretim süreci bilimsel
iken uygulama süreci açısından bilimsellik bulunmamaktadır. Uygulama faaliyeti
ise sanat olarak değerlendirilebilir. Kimi zaman uygulayıcılar da üretim
aşamasına dahil olabilmektedir. Burada kastedilen, bir olaya uygulanacak
kuralın bulunmaması halinde hakimin hukuk yaratma yetkisidir.
[1] https://sozluk.gov.tr/
[2] Schutzstaffel.Kahverengi gömlekliler olarak da anılan Adolf Hitler’e bağlı özel askeri birlikler.
[3] https://listverse.com/2011/01/31/top-10-things-the-nazis-got-right/
[4] Hüner Şencan, Sosyal ve Davranışsal Bilimlerde Bilimsel Araştırma, s.30-31 , İstanbul 2007
[5] Hüner Şencan, Sosyal ve Davranışsal Bilimlerde Bilimsel Araştırma, s.31 , İstanbul 2007
[6] Tan Tahsin Zapata, Medeni Hukuk, Savaş Yayınevi, 21. Bası, s.21 ,Ankara 2016
[7] Mehmet Tevfik Özcan, Yazılı Hukukun Hareket Noktası Olarak İlkel Hukuk, Alkım Konferansı konuşma metni, s.58, 16 Nisan 1990, erişim için https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/12521
[8] Coşkun Can Aktan, Devlet Felsefesi: Eleştirel Düşünceler, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi(2019/3)
[9] İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eseri ile aydınlanma düşüncesine yön veren düşünürlerden olan John Locke, Hükümet Üzerine İki İnceleme’de mutlakiyetçilik yanlılarının iddialarına cevap verir ve burada insanın eşit ve özgür doğasının klasik liberalizme uygunluğunu temellendirmeye çalışır. İlgili dönemin düşünsel inşasını oluştururken başlangıç noktası olarak kabul ettiği doğal hakların varlığını, monarkın sınırsız haklarının dışında negatif karakterli hakların olamayacağı iddiasıyla Patriarcha adlı eserini yazan Robert Filmer’in iddialarını çürütmek üzere yazdığı Birinci İnceleme’de sunduğu gerekçelerle meşru temele oturtan Locke, kendisinden sonraki dönemde bu hakların yasal zeminde yer bulmasını sağlayan sistemiyle sürecin önemli bir parçası olmuştur. Daha detaylı bilgiler için bkz. Zülal Hazal Karakaş, John Locke’da Doğa Durumu Kavramının Tarihsel Arka Planı, Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, s.264, 2019
[10] Halil İbrahim Şahin, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi, Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans mezuniyet projesi, s.16, İstanbul 2020
[11] Halil İbrahim Şahin, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi, Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans mezuniyet projesi, s.17, İstanbul 2020
[12] Yargıtay 10. H.D. 2010/8249 E.-2010/12088 K. Sayılı 23.09.2010 tarihli kararı
Mert Mavi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder