T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

5 Haziran 2021 Cumartesi

Bilim ve Hukuk Makalesine Eleştirel Bakış


İnsanlık tarihi boyunca büyük bir ilerleme kaydeden bilim, insanlığın dününe, bugününe ve yarınına büyük hizmetler sunmuştur. İnsanlık tarihi incelendiğinde özellikle sanayi devriminden sonra bilimsel gelişim hızında olağanüstü bir artış yaşandığı görülecektir. Bilimin bu denli hayatımızda yer kapladığı bir dünyada elbette ki insanlar tarafından tanımlanma, tasnif edilme, değerlendirme gibi pek çok düşünsel faaliyete konu olmuştur.

Bilimin alt dallarından biri olup olmadığı günümüzde tartışılan hukuk da insanlık tarihinde önemli bit yer edinmiştir. Doğru amaçlarla kullanıldığında insanları huzur ve refaha eriştirebilen ya da yanlış amaçlarla kullanıldığında devlet düzenini sona erdirip anarşinin başlamasına sebep olabilecek nitelikteki araçlardan biridir.

Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Nazım Sözer’in ‘’Bilim ve Hukuk’’ adlı makalesinde de öncelikle ayrı ayrı değerlendirmelerde bulunulmuş ve en sonunda ortak bir paydada bilim ve hukukun etkileşimi irdelenmiştir. Okuyacağınız yazımda, bu değerli makaleye yönelik olumlu ve olumsuz eleştiriler ile farklı bir bakış açısı arayışına gireceğinize inanıyorum.

Bilim’in Tanımı

Bilim’in Türk Dil Kurumuna göre 3 ayrı(aynı zamanda benzer) tanımı bulunmaktadır. Bunlar:

‘’ Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi,ilim.’’

‘’ Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yönetimli ve dizgisel bilgi.’’

‘’ Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci’’ ‘dir.[1]

Bilimin insan hayatındaki yerinin uçsuz bucaksız oluşu, pek tabii olarak bilimin tanımlanmasını da zorlaştırmaktadır. Yazar da bilimin tanımına yönelik bazı yazar ve düşünürlerin görüşlerine yer vermiştir. Verilen örnekler incelendiğinde  Büchner Blasius’tan örnek verilen ‘’ Nesnel sağlamlığı olan, geçerliliği kabul edilmiş, bilgiler bütünüdür’’ tanımı kanaatimce bilimin temel özelliklerini de içerisinde barındırdığından ötürü kanaatimce en isabetli tanımdır.

Yazara göre bilginin iki faydası bulunmaktadır. Bunlar hakikatin saptanması ve mutluluğa ulaşma aracıdır. Hakikatin saptanmasına katılmakla birlikte mutluluğa ulaşma aracı olup olmadığı konusunda şüpheler barındırmaktayım. Bilgi gerçekten mutlu eder mi? Amacın sadece bilgiye ulaşmak olduğunu düşündüğümüzde yani sadece ‘’bilgiyi ortaya çıkarmak’’ ise sorumun cevabını evet olarak yanıtlayabiliriz. Ancak bu bilginin insanlık üzerindeki etkilerini irdelediğimizde her zaman evet cevabı ile karşılaşamayız. 2020 yılından itibaren dünyamız Covid-19 virüsü ile şekillenmektedir. Bu virüsün bir an için Çinli bir biliminsanı tarafından laboratuar ortamında bilimsel araştırmalar sırasında üretildiğini varsayalım (komplo teorilerinden bağımsız olarak). Bu biliminsanının gerçekleştirdiği faaliyet bilimsel bir faaliyettir, bilimsel faaliyetinin neticesinde biyolojik bir ürün elde etmiştir. Ancak insanlığa yapmış olduğu etki mutluluk vermemektedir. Enteresandır ki kötü amaçlarla yapılan bilimsel çalışmaların insanlığa hizmet ettiği de görülmektedir. Örneğin Nazi Almanyası döneminde biliminsanlarının toplama kamplarındaki hipotermi üzerine yapmış oldukları çalışmalar bugün tıp dünyasında hala geçerli bilgiler olarak kullanılmaktadır. Ayrıca ‘’roket teknolojilerinin babası’’ olarak kabul edilen Wernher Von Braun çalışmalarının temelini Nazi Almanyası’nda atmış bir SS[2] Subayıdır.[3]

Bilim’in Görevi

Yazar tarafından bilimin 3 adet görevi olduğu ifade edilmiştir. Bunlar; anlama, açıklama ve kontroldür. Anlama ve açıklama görevi aslında yazarın da ifade ettiği gibi sormak istediğimiz sorunun yansımasıdır. Bilim neden-sonuç ilişkisi barındırması özelliğinden hareketle anlama görevi nedir sorusuna, açıklama görevi de niçin sorusuna işaret etmektedir.

Hipotez tanımlanırken ‘’doğru olduğuna güvenilen önerme’’ cümlesi kullanılmıştır. Burada güvenmenin kaynağı nedir? Bir inanış mı? Yoksa insanın atasından öğrenip kalıplaştırdığı davranış bilgisi midir? Yazarın bu kavram üzerinde durması gerektiği kanaatindeyim.

Şencan’a göre Hipotezler, doğal dünyada yaptığımız gözlemler sonucunda tespit ettiğimiz veya zihnimizde çeşitli problemlerin çözümüne ilişkin olarak geliştirdiğimiz bir veya birden fazla açıklama biçimidir. Hipotezleri, ana kütle hakkında araştırma sonuna kadar geçici olarak doğru olduğunu düşündüğümüz test edilebilir varsayımlar veya iddialar olarak da tanımlayabiliriz. Hipotezler doğru veya yanlış olabilir. Fakat kesin bir karara varmadan önce üzerinde araştırma yapabilmek için bir süre için doğru imiş gibi kabul edilir veya doğru olduğu iddia edilir.[4]

Yazar, bilimsel yöntem sonucu ortaya çıkan yasanın evrensel olmadığına dikkat çekmiştir. Bu noktada yazar ile aynı fikirde olduğumu söylemeliyim. Günümüz akademik camiasında evrensel kelimesinin oldukça sık kullanıldığı görülmektedir. Hukuk açısından düşündüğümüzde ilk aklıma gelen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı ve BM Genel Kurulu’nun Paris’te 10 Aralık 1948’de kabul ettiği ‘’İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’’dir. Dünya üzerindeki insan hakları aktivistlerinin, anayasa hukukçularının anlatımlarında çoğu zaman hakların evrensel oluşundan bahsedilmektedir. Ancak bu sadece hak kavramın vurgusunu güçlendiren içi boş bir kelimedir. Bir hakkın evrensel olması için bu hakkın evren içerisindeki her yerde uygulanması gerekmektedir. Böyle bir olasılık henüz mevcut değildir. Bir başka anlatımla, dünya üzerindeki en gelişmiş canlı olan insanın ürettiği bilgi ‘’küresel’’ niteliktedir. Çünkü bilimsel faaliyet sonucu elde edilen her bilgi Dünya küresel alanında elde edilmiş. Bir başka gezegende, yıldız sisteminde ya da galakside aynı yöntemlerle aynı sonucun ortaya çıkacağından emin olunamaz.

 

Bilim’in Uygulama Alanı

ARAL tarafından da ifade edildiği üzere, her ne kadar dallara ayrılmış olsa da bilim tektir. Dallara ayrılan aslında bilimin birbirinden farklı görünüşleridir. Bilimin genel olarak kabul edilmiş bir tasnifi bulunmamaktadır. Bu nedenle yazar da birçok farklı ayrıma yer vermiştir. Kanaatimce en isabetli ayrım Pozitif-Normatif bilim ayrımıdır. Bu ayrımda bilim olgular ve insanlar temelinde ikili ayrıma tabi tutulmaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere ne kadar dallara ayrılırsa ayrılsın, uygulamada bütün bilim dalları birbirleriyle bağlantılıdır ve birbirlerinden destek almaktadırlar. Moleküler biyoloji, iktisat tarihi, adli psikoloji gibi ve benzeri pek çok örnek mevcuttur.

Bilimsel Araştırma Türleri

Nitel ve nicel araştırma olmak üzere 2 farklı tür bulunmaktadır. Nitel araştırma, sayısal olarak ölçülemeyen özelliklere sahiptir. Nicel araştırma sayısal değerler üzerinden yapılmaktadır. Yazar tarafından nicel araştırma türleri ve nitel araştırma türleri, anlaşılır ve örneksemelerle açıklanmıştır.

Bilimsel Araştırma Yöntemleri

Nicel ve nitel araştırmada kullanılan yöntemler sırasıyla açıklanmıştır. Yazar tarafından belirtildiği üzere yöntemler arasında kesin çizgiler ile ayrım yapmam mümkün değildir. Hatta her iki araştırma türünün de aynı ad altında araştırma yöntemi bulunmaktadır. Yazar yöntemleri irdelemeden önce genel değerlendirmesinde, bilimsel araştırma yöntemleri arasına kıyası da dahil etmektedir.

Kıyas yönteminde araştırmacı değişkenler ve önermeler arasında karşılaştırmalar yaparak belli sonuçlara ulaşır. Kıyas gözlem verilerine, önceki araştırma bulgularına veya bütünüyle zihinsel değerlendirmelere dayalı olarak gelişir.[5]

Hukukta kıyas ise farklı bir anlama gelmektedir. Kıyas hukukta hukuki boşluk durumlarda kullanılır. Hakim kanun boşluğu ile karşılaşırsa örf ve adet kurallarına bakacak, burada uygulanabilir bir hüküm bulamazsa büsbütün orijinal, olmayan bir hukuk yaratacak veya kanunda düzenlenmemiş bir durum görürse, bu duruma benzer nitelikte başka bir duruma yönelik hüküm varsa bu hükmü kıyasen olmayan duruma uygulayacaktır.[6]

Yazar hem nicel araştırma yönteminin hem de nitel araştırma yöntemini temel hatlarıyla irdelemiştir. Burada nitel araştırmalarda kullanılan ‘’anlatı’’ya değinmek isterim. Görüşmedeki planlı yaklaşımın aksine anlatıda muhatap tamamen serbest bırakılarak açıklama yapmaya yönlendirilir. Yönlendirme faaliyeti hukuk açısından şüphelidir. Dava dosyalarında hakimler tanık anlatımlarını dinleyerek dava konusu olay hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmaktadır. Ancak önyargılı bir hakim tanığa soracağı sorularda yönlendirici bir tavır takınmakta ve tanıklar gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktadır. Bu da edinilen bilginin yanlışlığına sebebiyet vermektedir. Diğer bilim dallarında kullanılabilir olmakla birlikte hukukta anlatıda kullanılan yönlendirme her zaman doğru sonuçlar vermeyecektir.

Yazar nitel araştırma türünde mecazın kullanılabileceğini de ifade etmiştir. Konunun anlaşılabilmesi açısından yararlı olmakla birlikte doğrulanabilirliği tartışmalıdır. Yazar evrenin bir balon gibi genişlediği örnek vermiştir. Bir balonu şişirirken hava bütün alanlarına homojen olarak dağılmaktadır, bir tarafı diğer tarafına göre daha çok hava almamaktadır. Ancak evrenin aynı homojenlikte genişlediğine dair herhangi bir bilimsel araştırma sonucuna rastlanmamıştır.

Hukuk Tanımı

Yazara göre hukuk ; ‘’Toplumsal yaşam içinde kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu gücüyle yaptırıma bağlanmış toplumsal düzen kuralları bütünüdür.’’ Burada kamu gücü ile kastedilen devlettir. Devlet hukukun bir unsuru olarak ifade edilmiştir. İki farklı açıdan konuya farklılık katmak isterim. İlkçağ insanları arasında yazısız bir hukuk uygulanmaktaydı ancak devlet söz konusu değildir. Yani kamu gücünü devlet olarak görmek dünyanın son birkaç bin yılı açısından doğru kabul edilebilmektedir ancak ilkel çağ insanlarının uyguladığı hukuk düzeninde devlet mekanizmasının bulunmadığı da bir gerçektir. İlkel çağda yaptırım gücü toplumsal kontrol mekanizmasından kaynaklanmaktadır.[7]

Öte yandan devletsiz dünya düzeni kurgulayan düşünce akımları da bulunmaktadır. Bu düzenlerde yaptırımı uygulayan herhangi bir devlet mekanizması bulunmamaktadır. Anti-devletçilik, devlete ve daha geniş bir anlamda her türlü zor kullanma güç ve otoritesine karşı olan ideolojilerin tümünü ifade eden ve kapsayan bir siyaset felsefesidir. Anti-devletçilik, bireylerin özel yaşam alanlarına, davranış ve eylemlerine, karar ve tercihlerine devlet tarafından karışılmasını genel prensip olarak reddeder. Bu felsefeyi kabul eden ve paylaşanlara göre bireyler başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmedikleri sürece özgürdürler ve özgür olmalıdırlar.[8]

Hukukun Görevleri

Hukukun insan hayatına dokunduğu noktaların fazlalığı sebebiyle hukukun birçok görevi bulunduğunu kabul etmekteyiz. Yazar da bu görevleri ana hatlarıyla açıklamıştır. Pozitif ayrımcılığa, hukuki öngörülebilirliği isabetli bir şekilde temas etmiştir.

Hukukun Düzenleme Alanı

Yazara göre devlet, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, düzen sağlama görevini üstlenmişti. Temel görevi düzeni korumak ve güvenliği sağlamaktı (gece bekçisi devlet). Ancak sonraki yıllarda sosyal edimler sunmaya başlaması (sosyal devlet, edim devleti, iktisat devleti) ile devletin görev alanı fevkalade genişlemiştir. Bu durum yasa yapma sürecini de etkilemiş, ilgili düzenleme alanında daha fazla uzmana görev verme gerçeği ortaya çıkmıştır.

Yazarın 19. Yüzyılın ortalarını işaret etmesinin nedenini irdelediğimizde kanaatimce 1789’da başlayan Fransız İhtilali’nin özel bir önemi bulunmaktadır. Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesi eşitlik, özgürlük ve güvenlik umdeleri ile ortaya çıktı. Güvenlik aynı zamanda hürriyeti de kapsamaktaydı. Devletin amacı kişinin mal ve can güvenliğini korumaktı. Devrimciler haklarını egemenden talep etmekteydi. Egemen olan kral ile  ruhban ve soylular sınıfıydı. Tek tek kişiler birleşerek arkalarına John Locke’un doğal haklar teorisini[9] ve egemene direnme hakkını alarak, bütün bu haklarını talep etmeye başladılar.[10]

Fransız İhtilali yeni devlet anlayışı egemenliğin halka verilmesi, parlamentoların oluşması kanunların toplumun çoğunluğunun çıkar ve menfaatini gözetmesi esastır. Demokrasi çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür. Kralın soylu sınıfın ruhbanlar sınıfının egemenliğinden kurtulan halk bu sefer de bir kısmının diğer kısma tahakkümü şekline dönüştü. İşte insan hakları kavramı burada ortaya çıkmaktadır çoğunluğun hakları, azınlığın hakları, kısacası insanlığın hakları savunulmalı insan hakları temel alınmalıdır. Devleti oluştururken hukuk normları oluşturulurken, temel insan hakları göz önünde esas olarak alınmalıdır.[11]

Hukukun Bilimselliği Üzerine Görüşler

Yazar bu bölümde önemli düşünürlerin hukukun bilim olup olmadığı konusundaki görüşlerine yer vermiştir. Örnek verilen birçok görüşte hukukun bir bilim olmadığı ifade edilmektedir.

Ülkemizde Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nde akademisyenlik yapmış Ernst Hirsch ise konuya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Hirsch’e göre hukukun ilmi payesini kazanmak için diğer bilim kollarının yardımına muhtaçtır. Sosyoloji, psikoloji, tıp, felsefe ve benzerini örnek olarak kolaylıkla gösterebiliriz. Hirsch’e göre iki ihtimal bulunmaktadır ; hukuk ya din ve metafizik gibi mahiyeti itibariyle sahih ve tam ilmi bir araştırmanın konusunu teşkil edemez yada tıpkı astronomi, fizik, kimya, jeoloji gibi fikri esaretin zincirleri olan dini, siyasi, mıstik akidelerden kurtulabilir.

Herberger , hukukun ‘’bilim mi sanat mı , yoksa her ikisi de mi?’’ olduğunu sorgulamaktadır. Yazara göre hukuk hem bir bilimdir hem de bir sanattır. Bilimi yani teoremi ve sanatı yani uygulamayı da aynı ölçüde öğreniriz. Bilim ve sanat yönü arasında bağlantı kurulabildiğinde başarı elde edilebilir. Yazarın görüşlerine katılmaktayım. Bir avukat olarak mahkemelerde hakim karşısında yaptığımız savunma sadece sanat değildir. Gücünü teorik bilgiden alan bir sanattır. Aksi düşünceye yapılan savunmanın hiçbir hukuki değeri olamayacaktır.

Hukuku adalet sanatı olarak niteleyen görüş de dikkatimi çekmektedir. Hukuk, sınanabilir olgularla, kanıtlanabilir yargılarla, doğrulanabilir bilgilerle, insan eliyle değiştirilemez yasalarla uğraşmaz. Dolayısıyla klasik bilimler gibi deskriptif, ampirik ve pozitif değildir. Hukukun esasında bilimsel oluğ olmadığı tartışmalı olmakla birlikte en azından biçimsel (yöntemsel) bakımdan bilimseldir.

Nihayetinde Serozan’ın görüşünü isabetli bulmaktayım : ‘’Hukuk kuralları, akla, sağduyuya, evrensel insan haklarına dayanan, hakkında genel görüş birliğine varılmış düşünsel yargılardır. Varlıklar gelişigüzel gökyüzünde değil yeryüzünde, diğer bilim dallarının yardımıyla aranır. Yani hukuk hem kuralların üretimi, hem de uygulanması aşaması bakımından tamamen bilimseldir.

Norm Oluşturma Süreci

Yazara göre norm oluşturma 7 aşamadan meydana gelmektedir Sırasıyla ; temayüz, tespit, tasarım, teşkil, tatbikat, tadil, tatbikat. Tatbikat ve takip aşamaları normun kullanımına ilişkindir, önceki aşamalar da üretimine ilişkindir. Burada yazar kullanım aşamasını da isabetli bir şekilde norm oluşturma sürecine dahil etmektedir.

Sorunun temayüzünde, sorun konusu alan maddi veya manevi aleme ilişkin olabilmektedir. Sorunun tespitini yapan insan olduğu için insanlara göre neyin sorun olup olmadığı da görecelilik arz etmektedir. Birçok sorunun tespitinde mutabık kalınabilmektedir ancak ayrıksı durumlar da mevcuttur. Yazar burada sigortalı eş örneği ve Pascal’ın görüşleriyle bakış açısını güçlendirmiştir. Manevi aleme ilişkin sorunların tespiti hukukun görevine girmemektedir. Aslında maddi aleme ilişkin sorunların tespiti de hukukun görevine girmemektedir. Bu tespitler diğer bilim dalları tarafında yapılmaktadır. Örneğin haksız ticari kazanç sağlayan uygulamaların tespitini ekonomi ve ticaret alanında çalışan bilim insanları yapmaktadır. Bu bilim insanları, hukuk bilim insanları ile birlikte çözüm üzerine çalışabilmektedir.

Tasarım gerçekleştirme, sorunun tespiti ve çözüm önerilerinin belirlenmesinin ardından gelmektedir. Burada toplumsal bir gerçeklik oluşturma ödevi bulunmaktadır. Tasarım oluşturmaya ilişkin çeşitli yöntemler bulunmaktadır (ör. AB Daha İyi Yasa Yapma çalışması). Ülkemizde ise Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik bulunmaktadır. Yazarın da ifade ettiği üzere AB uyum yasaları amacıyla çıkarılan bu yönetmelik, AB’ye uyum yasaları çıkarmak için dahi dikkate alınmamaktadır. Siyasi Saiklerle norm üretimine yıllardır olduğu gibi devam edilmektedir. Bunun günümüzdeki en bariz örneği, milletvekillerinin yasama faaliyetine destek sağlama amacıyla istihdam edilen milletvekili danışmanlarının sekreterlik hizmeti verdiği görülmektedir.

Sorunun tatbiki aşamasında, üretilen normun kullanılarak etkileri incelenmektedir. Öncelikle olayın bilgisi elde edilmeli, daha sonra uygulanacak normun tespiti ve en sonunda sonuçlar üzerinde çıkarsamalarda bulunulur. Yazar da bu konuda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda dava konusu olayın tahkikatı devam ederken değişen yasa maddesinin geriye yürüyüp yürümeyeceği üzerinden hukuksal yorum yöntemlerini de kullanarak konuyu başarılı şekilde izah etmiştir.[12]

Sonuç

Bilimin ilgi alanı içine tüm evren girmektedir. Hukuk ise toplumsal yaşam ve bu yönüyle evrenin bir parçasıyla ilgilenmektedir denilebilir. Bilim ilgi alanı içindeki tüm olaylarla ilgilenmekteyken hukuk insan odaklıdır. Yazar hukukun bilim sayılıp sayılmayacağının tespitinde bilimin ve hukukun görev alanlarının değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere bilimin anlama, açıklama ve kontrol görevi bulunmaktadır. Hukuk ise toplumsal düzeni, adaleti sağlar ve zayıf olanı korur, ihtiyaçları karşılar. Hukukun görevlerinin aslında bilimin kontrol görevleri ile örtüştüğü görülmektedir.

Bilimin türleri dikkate alındığında, sosyal bir bilim olan hukukta üretim ve uygulama açısından bilimsel bir niteliktedir. Yazara göre norm üretim süreci bilimsel iken uygulama süreci açısından bilimsellik bulunmamaktadır. Uygulama faaliyeti ise sanat olarak değerlendirilebilir. Kimi zaman uygulayıcılar da üretim aşamasına dahil olabilmektedir. Burada kastedilen, bir olaya uygulanacak kuralın bulunmaması halinde hakimin hukuk yaratma yetkisidir.



[1] https://sozluk.gov.tr/

[2] Schutzstaffel.Kahverengi gömlekliler olarak da anılan Adolf Hitler’e bağlı özel askeri birlikler.

[3] https://listverse.com/2011/01/31/top-10-things-the-nazis-got-right/

[4] Hüner Şencan, Sosyal ve Davranışsal Bilimlerde Bilimsel Araştırma, s.30-31 , İstanbul 2007

[5] Hüner Şencan, Sosyal ve Davranışsal Bilimlerde Bilimsel Araştırma, s.31 , İstanbul 2007

[6] Tan Tahsin Zapata, Medeni Hukuk, Savaş Yayınevi, 21. Bası, s.21 ,Ankara 2016

[7] Mehmet Tevfik Özcan, Yazılı Hukukun Hareket Noktası Olarak İlkel Hukuk, Alkım Konferansı konuşma metni, s.58, 16 Nisan 1990, erişim için https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/12521

[8] Coşkun Can Aktan, Devlet Felsefesi: Eleştirel Düşünceler, HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi(2019/3)

[9] İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eseri ile aydınlanma düşüncesine yön veren düşünürlerden olan John Locke, Hükümet Üzerine İki İnceleme’de mutlakiyetçilik yanlılarının iddialarına cevap verir ve burada insanın eşit ve özgür doğasının klasik liberalizme uygunluğunu temellendirmeye çalışır. İlgili dönemin düşünsel inşasını oluştururken başlangıç noktası olarak kabul ettiği doğal hakların varlığını, monarkın sınırsız haklarının dışında negatif karakterli hakların olamayacağı iddiasıyla Patriarcha adlı eserini yazan Robert Filmer’in iddialarını çürütmek üzere yazdığı Birinci İnceleme’de sunduğu gerekçelerle meşru temele oturtan Locke, kendisinden sonraki dönemde bu hakların yasal zeminde yer bulmasını sağlayan sistemiyle sürecin önemli bir parçası olmuştur. Daha detaylı bilgiler için bkz. Zülal Hazal Karakaş, John Locke’da Doğa Durumu Kavramının Tarihsel Arka Planı, Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, s.264, 2019

[10] Halil İbrahim Şahin, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi, Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans mezuniyet projesi, s.16, İstanbul 2020

[11] Halil İbrahim Şahin, Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesinin İnsan Hakları Açısından Tarihsel Önemi, Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans mezuniyet projesi, s.17, İstanbul 2020

[12] Yargıtay 10. H.D. 2010/8249 E.-2010/12088 K. Sayılı 23.09.2010 tarihli kararı

Mert Mavi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...