T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

1 Haziran 2021 Salı

Kant’ın ‘‘Kesin Buyruk’’larına Karşı Hegel’in ‘‘Törel Yaşamı’’

Alan Wood, deontolojik ve teleolojik olmak üzere iki etik kuramından söz eder; deontolojik teoriler yasa veya ilkelere dayanan, bize ne yapıp yapmayacağımızı söyleyen, uymamızın zorunlu olduğu buyruklardır. Kant etiği bu anlamıyla deontolojik bir karakter taşır. Bununla birlikte, teleolojik kuramlar, yararcılık gibi sonuca odaklı teorilerdir. Hegel’in etik anlayışı ise bu kuramlara tam olarak uymamaktadır ( Wood 1990, 30-31).

Hegel, Kantçı evrensel etik anlayışını karşılayan ahlaksallık (morality) ve törellik (sittlichtkeit) arasında bir ayrım yapmaktadır. O, ahlaksallık kavramını Kant’ın felsefesi ile ilişkilendirir; Ahlaksallık bize olması gerekeni veya başka bir deyişle yapmamız gerekeni buyurmaktadır. Bu türden bir ahlaksallık, Kantçı ödev ahlakı ile hareket etmektedir (Wood 1990, 127).

 Hegel, bu noktada, Kantçı ahlaksallığa karşı törelliği savunacaktır. Hegel’in Kant’ın etik anlayışına yönelik eleştirilerine geçmeden önce, Kantçı ahlak kuramına biraz daha yakından bakalım.

Kant’ın ahlaksallık konusundaki temel kavramı ahlaki bilinç’tir. Ahlaka uygun davranmak için her bir birey eylemine uygun davranmalıdır; bu ilke bize şunu ima etmektedir; ahlaki bilinç yalnızca bireyin kendi içine dönmesiyle oluşabilir. Başka bir deyişle, herkes kendi vicdanının yargıcı olmak durumundadır (Mertens, 667).

Kant’a göre ahlaki ilke, kişinin formel rasyonel kapasitesinden çıkarılmak zorundadır; Kant, bizim bu konuda ödevimizin ne olduğunu aklımızın bildiğimizi söyler. Başka bir deyişle, aklım, bana iyiyi kötüyü söyleyecektir; yani içsel belirlenimim ahlaksal olanı belirleyecektir. Kant’a göre iyiyi yapmak ödevdir, dolayısıyla ahlakın merkezi ödevdir; ödevimin ne olduğu üzerine düşünümün nihayetinde, ahlaki bir ilkeye ulaşırım ve ilkem, herkes için geçerli kılınabilecek bir nitelik taşıması bakımından da evrenseldir. Böylece aklın idelerinden türetilen bu ilkeler, herkes için her yerde geçerli ve uymanın zorunlu olduğu yasalar olarak tezahür edecektir.

 Hegel’in, Kant’ın bu düşüncelerine yönelik eleştirilerini, üç ana başlık altında toparlayacak olursak bunlar;

a) Kant etiğinin içi boş bir formalizm olması,

 b) Kant’ın etiğinin ahlakdışı ilkeleri meşru kılmaya zemin hazırlaması,

c) Kant’ta sözleşme, yasa, devlet gibi olguların tözsel ve zorunlu olarak takdim edilmemesidir.

 Kant’ın etik anlayışına yöneltilen ilk eleştiri, Hegel’in Kant etiğini oluşturan iyi ve kötünün içeriksiz ve soyut olmasından dolayı, bu ahlakı, içi boş bir formalizm (emptyformalism) olarak değerlendirmesidir. Hegel, Kant’ın en önemli kavramı olan ödeve uygun eylemin, sadece ödev uğruna ödev yapmak anlamına geldiğini söylemektedir (Hegel 1991, 161,§133). Hegel, yalnızca ödev olduğu için ödev yapmanın uygunsuzluğunu eleştirmeye devam eder ve-aslında Kant’ın geçiştirdiği-ödevin ne olduğu sorusuna yanıt verir;

‘’Cevap olarak elimizde yalnızca şu iki ilke vardır; a) Hak ve hukuka uygun şekilde davranmak b) hem bireysel hem de herkesin refah ve mutluluğunu sağlayacak şekilde davranmak.’’ (Hegel 1991,161, §134).

Bu noktada Hegel, irade hakkındaki bilgimizin sağlam bir temele ve bir hareket noktasına kavuşmasını ‘‘Kant felsefesine ve iradenin sonsuz otonomisi düşüncesine” borçlu olduğumuzu söylemesinin hemen ardından Kant’ı, salt ahlaki görüş noktasını benimseyip, nesnel ahlaklılık anlayışına geçmemekle eleştirir;

‘‘Bu kazancı boş bir formalizm, ve ahlak bilimini, ödev için ödev üzerine bir retorik düzeyine indirir. Bu noktada, hiçbir içkin ödev teorisi mümkün değildir.’’ (Hegel 1991, 162, §135)

Kant’ın yorumlamasına göre ahlaksallık, ödevin kendisinden çıkarsanacağı hiçbir içkin doktrin içeremez. Bu anlamıyla, ahlaki yasalar, olsa olsa boş bir totoloji olabilir çünkü bize herhangi bir ahlaki bilgi sağlamaz. Başka bir deyişle Kant, ‘‘Neden ahlaklı olmalıyız?’’ sorusunun hesabını verememektedir. Çünkü Kant’ta ahlaklı olmanın, haklı çıkarmalarını (justification) sağlayan bir sistem bulamayız. Bu bakımdan Kant, ikna edici değildir. Çünkü onun etiği, bizzat öznenin otonomluğuna bırakılmıştır. Oysa Hegel’e göre ahlakın empirik boyutu inkâr edilemez. Ahlak, özel alanımda istediğim gibi eylememle değil, isteğimin iyiliği ve kötülüğüne göre ölçülebilir. Kısacası, ahlak kaçınılmaz olarak, nesnel dünyada olup bitenler hakkında takındığım ahlaki sorumluluğum ile ilişkilidir (Wood 1990, 23). Bununla birlikte Hegel’e göre Kant’ın ahlaki ilkeler konusundaki bu biçimciliği, bizi kolaylıkla ahlaksızlığı meşru kılmaya götürebilir. Çünkü ona göre Kant’ın formel etiğinden her türlü ahlak çıkarsanır ve her türlü kötü eylem meşrulaştırılabilir. Kant’ın amacı evrensellik olsa bile, o, aslında hem ahlaki hem de politik meselelerde ekstrem öznelciliğe davetiye çıkarmaktadır (Mertens 670).Böylece Hegel, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nin temel ilkelerinin içerikten yoksun olduğu iddiası üzerinden, Kant’ın ahlaki ilkelerini ahlaksızlığın ilkeleriolarak adlandırır (Zhe 526)

Hegel, Hukuk Felsefesi’nin İyilik ve Vicdan (Goodand Conscience) bölümünde Kantçı etik anlayışını eleştirir onun yüzeysel olduğunu iddia eder. Neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda karar verecek olanın öznenin bizatihi kendisi olmasının, çok kolay kötüye dönüşebileceğinin; çünkü Kant’ın bu biçimciliği ile kişinin her türlü kötü eylemi meşrulaştırarak, istenilen ahlakdışı ve yanlış her şeyi gerekçelendirebilmeye olanak tanıyabileceğinin altını çizerek eleştirir;

‘’Kötü kimse, başka durumlarda gösterdiği iyi davranışlarda, dindarlığında ya da kısaca, kendine göre bulduğu bazı iyi nedenlerde, yaptığı kötülüğü kendi gözünde doğru ve haklı göstermenin yolunu bulabilir, çünkü bu nedenleri kendisi için, kötü‟deniyi‟ye çevirmekte kullanabilir. Öznelcilik, kişinin bütün belirlenimlerin kendisinden kaynaklanması özelliği ile buna imkân tanır… Eğer bilinç, bir eylem hakkında, bir tek de olsa, herhangi bir iyi sebebi - otorite sahibi bir teologun fikri gibi- gösterebiliyorsa, diğer teologlar çok ayrı düşünüyor olsalar bile, o eylem tam bir vicdan huzuru ile yapılabilir.’’ (Hegel 1991, 127, §140)

Hegel yalnızca akıl yoluyla kavranan böyle bir ahlaki sistemi hem içeriksiz, hem de çok kolay kötüye kullanılabilir olması bakımından eleştirmektedir. Kant’ın ahlaklı olmamızın gerekliliği üzerine bir haklı çıkarma sağlamayışı, kişisel çıkarlar ile toplumsal değerler arasında bir bağ kurmaya çalışmamasından ileri gelmektedir (Bezci 52).

Kant bize akıl yürütmenin ışığında ödevimizin ne olduğunu bulabileceğimizi iddia etmekten başka bir şey söylemez ve Hegel’e göre böyle bir iddia oldukça temelsiz ve soyuttur. Bununla birlikte, Kant’ın bu biçimciliği, ahlak ile yasallık arasında bir uçurum oluşmasına da neden olmaktadır. Bu yüzden, aklın idesinden çıkarsanan böyle bir ahlak anlayışını Hegel eksik bulur ve ahlakın, içinde yaşanılan toplumun ürünü olması gerektiğini savlar. Başka bir deyişle, neyin ahlaklı sayılıp sayılamayacağını kendi aklımızdan hareketle değil, diğer insanlarla olan ilişkilerimiz dolayısıyla öğreniriz. Bu yüzden ahlak yasalarının kaynağı da içinde yaşadığımız toplumun gelenek görenek örf ve adetleri, yani o toplumun etik değerleri ile ilgilidir.

Hegel’in Kant felsefesine yönelik olarak ele alacağımız son eleştirisi, devletin oluşumunun sözleşme ile açıklanamayacağına yöneliktir. Hegel’e göre Kant, devletin tabiatının ve yasal oluşumlarının sözleşme unsuru olarak ele almakta ve ona olumsal bir nitelik kazandırmaktadır, Oysa Hegel’e göre devletin varlığının kurulum özsel bir nitelik taşır;

‘‘Demek oluyor ki evlenme, sözleşme kavramına tabi kılınamaz. Gerçi Kant, Hukuk Teorisinin Metafiziksel Elementleri‟nde böyle bir ilişki kurmuştu, ama açıkça söylemek gerekirse, böyle bir şey tek kelimeyle utanç vericidir. Bunun gibi devletin doğası da sözleşme ilişkileri çerçevesi içine girmez.’’ (Hegel 1991, 105, §75).

Hegel’e göre Kant’ın ahlak felsefesindeki formalizm, devletin varlığı açısından da tehlikeli bir yan barındırmaktadır. Çünkü Kantçı etiğe göre bireyler, ahlaki bilince sahip olmaları bakımından otonom varlıklar olarak kabul edilirler ve bu kabule dayanarak, devlet içerisinde neyin doğru kabul edileceğine, yasaların ve kurumların nasıl olacağına, kendi bireysel arzuları ile karar vermek isterler. Bu durum da dolaylı bir şekilde, yasalara karşı nefrete, etik yaşamın yıkımına ve kamu düzeninin bozulmasına neden olur (Mertens, 670).Bununla birlikte Kant, politik komünitenin her bir üyesini otonom yasa koyucu olarak düşünmek gerektiğini ve buna bağlı olarak da politik toplumu, sosyal bir kontrat olarak kavramsallaştırmanın gerekliliğini savunur. Hegel ise, sözleşmenin politik topluluğun özü olarak görülmesine karşıdır ve devletin tezahürünün prosedürel olarak değerlendirilmesine itiraz eder. Zira bu durum, tüm iradelerin kendisini gerçekleştirdiği en yüce uğrak olması bakımından devletin kutsallığına zarar vermektedir;

‘‘Devlet, sivil toplumla karıştırılarak, onun spesifik gayesinin, kişisel mülkiyet ve özgürlüğün güvence altına alınıp korunmasından ibaret olduğu düşünülecek olursa, o zaman bireylerin çıkarı, kendi başına en yüce gaye, bireylerin uğrunda bir araya geldikleri gaye halini alır ve bundan da bir devletin üyesi olmanın keyfi bir şey olduğu sonucu çıkar. Oysaki devletin bireyle ilişkisi büsbütün başka 19 türlüdür. Devlet, nesnel tin olduğuna göre, bireyin kendisi ancak onun bir üyesi olduğu takdirde nesnelliğe, hakiki bireyliğe ve ahlaklılığa sahip olabilir. Birlik içinde olma, başlı başına bireyin hakiki özü ve hakiki gayesidir; kolektif bir hayat sürmek birey için bir kaderdir.’’ (Hegel 1991, 276, §258)

Hegel, devletin oluşumunu gerekli ve zorunlu olarak görür, devletin varlığı olumsal, keyfi ve sözleşmesel olmanın aksine bireylerin özgürlüklerini en yüksek derecede gerçekleştirdikleri moment olarak, özgürlüğün en yüksek formudur;

‘‘Devlet, nesnel ahlak İdesi‟nin fiil halindeki realitesidir- kendi kendisine açıkça görünen, kendi kendisini bilen ve düşünen ve bildiğini bildiği için yapan tözsel irade olarak ahlaki Tin‟dir. Devlet, örf ve adetlerde dolaysız olarak; bireyin kendilik bilincinde, bilgisinde ve eyleminde dolaylı olarak mevcuttur. Buna karşılık birey de devlette, kendi öz mahiyetine, gayesine ve eyleminin bir ürüne bağlanır gibi bağlanarak onda kendi tözsel özgürlüğünü bulur.’’ (Hegel 1991, 275, §257)

Bilge Salur

Kaynakça : Süleyman Demirel Üniversitesi Yalvaç Akademi Dergisi (2016), sf. 16-19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...