Alan Wood, deontolojik ve teleolojik olmak üzere iki etik kuramından söz eder; deontolojik teoriler yasa veya ilkelere dayanan, bize ne yapıp yapmayacağımızı söyleyen, uymamızın zorunlu olduğu buyruklardır. Kant etiği bu anlamıyla deontolojik bir karakter taşır. Bununla birlikte, teleolojik kuramlar, yararcılık gibi sonuca odaklı teorilerdir. Hegel’in etik anlayışı ise bu kuramlara tam olarak uymamaktadır ( Wood 1990, 30-31).
Hegel,
Kantçı evrensel etik anlayışını karşılayan ahlaksallık (morality) ve törellik
(sittlichtkeit) arasında bir ayrım yapmaktadır. O, ahlaksallık kavramını
Kant’ın felsefesi ile ilişkilendirir; Ahlaksallık bize olması gerekeni veya
başka bir deyişle yapmamız gerekeni buyurmaktadır. Bu türden bir ahlaksallık,
Kantçı ödev ahlakı ile hareket etmektedir (Wood 1990, 127).
Hegel, bu noktada, Kantçı ahlaksallığa karşı
törelliği savunacaktır. Hegel’in Kant’ın etik anlayışına yönelik eleştirilerine
geçmeden önce, Kantçı ahlak kuramına biraz daha yakından bakalım.
Kant’ın
ahlaksallık konusundaki temel kavramı ahlaki bilinç’tir. Ahlaka uygun davranmak
için her bir birey eylemine uygun davranmalıdır; bu ilke bize şunu ima
etmektedir; ahlaki bilinç yalnızca bireyin kendi içine dönmesiyle oluşabilir.
Başka bir deyişle, herkes kendi vicdanının yargıcı olmak durumundadır (Mertens,
667).
Kant’a
göre ahlaki ilke, kişinin formel rasyonel kapasitesinden çıkarılmak zorundadır;
Kant, bizim bu konuda ödevimizin ne olduğunu aklımızın bildiğimizi söyler.
Başka bir deyişle, aklım, bana iyiyi kötüyü söyleyecektir; yani içsel
belirlenimim ahlaksal olanı belirleyecektir. Kant’a göre iyiyi yapmak ödevdir,
dolayısıyla ahlakın merkezi ödevdir; ödevimin ne olduğu üzerine düşünümün
nihayetinde, ahlaki bir ilkeye ulaşırım ve ilkem, herkes için geçerli
kılınabilecek bir nitelik taşıması bakımından da evrenseldir. Böylece aklın
idelerinden türetilen bu ilkeler, herkes için her yerde geçerli ve uymanın
zorunlu olduğu yasalar olarak tezahür edecektir.
Hegel’in, Kant’ın bu düşüncelerine yönelik
eleştirilerini, üç ana başlık altında toparlayacak olursak bunlar;
a)
Kant etiğinin içi boş bir formalizm olması,
b) Kant’ın etiğinin ahlakdışı ilkeleri meşru
kılmaya zemin hazırlaması,
c)
Kant’ta sözleşme, yasa, devlet gibi olguların tözsel ve zorunlu olarak takdim
edilmemesidir.
Kant’ın etik anlayışına yöneltilen ilk
eleştiri, Hegel’in Kant etiğini oluşturan iyi ve kötünün içeriksiz ve soyut
olmasından dolayı, bu ahlakı, içi boş bir formalizm (emptyformalism) olarak
değerlendirmesidir. Hegel, Kant’ın en önemli kavramı olan ödeve uygun eylemin,
sadece ödev uğruna ödev yapmak anlamına geldiğini söylemektedir (Hegel 1991,
161,§133). Hegel, yalnızca ödev olduğu için ödev yapmanın uygunsuzluğunu
eleştirmeye devam eder ve-aslında Kant’ın geçiştirdiği-ödevin ne olduğu
sorusuna yanıt verir;
‘’Cevap
olarak elimizde yalnızca şu iki ilke vardır; a) Hak ve hukuka uygun şekilde
davranmak b) hem bireysel hem de herkesin refah ve mutluluğunu sağlayacak
şekilde davranmak.’’ (Hegel 1991,161, §134).
Bu
noktada Hegel, irade hakkındaki bilgimizin sağlam bir temele ve bir hareket
noktasına kavuşmasını ‘‘Kant felsefesine ve iradenin sonsuz otonomisi
düşüncesine” borçlu olduğumuzu söylemesinin hemen ardından Kant’ı, salt ahlaki
görüş noktasını benimseyip, nesnel ahlaklılık anlayışına geçmemekle eleştirir;
‘‘Bu
kazancı boş bir formalizm, ve ahlak bilimini, ödev için ödev üzerine bir
retorik düzeyine indirir. Bu noktada, hiçbir içkin ödev teorisi mümkün
değildir.’’ (Hegel 1991, 162, §135)
Kant’ın
yorumlamasına göre ahlaksallık, ödevin kendisinden çıkarsanacağı hiçbir içkin
doktrin içeremez. Bu anlamıyla, ahlaki yasalar, olsa olsa boş bir totoloji
olabilir çünkü bize herhangi bir ahlaki bilgi sağlamaz. Başka bir deyişle Kant,
‘‘Neden ahlaklı olmalıyız?’’ sorusunun hesabını verememektedir. Çünkü Kant’ta
ahlaklı olmanın, haklı çıkarmalarını (justification) sağlayan bir sistem
bulamayız. Bu bakımdan Kant, ikna edici değildir. Çünkü onun etiği, bizzat
öznenin otonomluğuna bırakılmıştır. Oysa Hegel’e göre ahlakın empirik boyutu
inkâr edilemez. Ahlak, özel alanımda istediğim gibi eylememle değil, isteğimin
iyiliği ve kötülüğüne göre ölçülebilir. Kısacası, ahlak kaçınılmaz olarak,
nesnel dünyada olup bitenler hakkında takındığım ahlaki sorumluluğum ile
ilişkilidir (Wood 1990, 23). Bununla birlikte Hegel’e göre Kant’ın ahlaki
ilkeler konusundaki bu biçimciliği, bizi kolaylıkla ahlaksızlığı meşru kılmaya
götürebilir. Çünkü ona göre Kant’ın formel etiğinden her türlü ahlak çıkarsanır
ve her türlü kötü eylem meşrulaştırılabilir. Kant’ın amacı evrensellik olsa
bile, o, aslında hem ahlaki hem de politik meselelerde ekstrem öznelciliğe
davetiye çıkarmaktadır (Mertens 670).Böylece Hegel, Kant’ın Saf Aklın
Eleştirisi’nin temel ilkelerinin içerikten yoksun olduğu iddiası üzerinden,
Kant’ın ahlaki ilkelerini ahlaksızlığın ilkeleriolarak adlandırır (Zhe 526)
Hegel,
Hukuk Felsefesi’nin İyilik ve Vicdan (Goodand Conscience) bölümünde Kantçı etik
anlayışını eleştirir onun yüzeysel olduğunu iddia eder. Neyin doğru neyin
yanlış olduğu konusunda karar verecek olanın öznenin bizatihi kendisi
olmasının, çok kolay kötüye dönüşebileceğinin; çünkü Kant’ın bu biçimciliği ile
kişinin her türlü kötü eylemi meşrulaştırarak, istenilen ahlakdışı ve yanlış
her şeyi gerekçelendirebilmeye olanak tanıyabileceğinin altını çizerek
eleştirir;
‘’Kötü
kimse, başka durumlarda gösterdiği iyi davranışlarda, dindarlığında ya da
kısaca, kendine göre bulduğu bazı iyi nedenlerde, yaptığı kötülüğü kendi
gözünde doğru ve haklı göstermenin yolunu bulabilir, çünkü bu nedenleri kendisi
için, kötü‟deniyi‟ye çevirmekte kullanabilir. Öznelcilik, kişinin bütün
belirlenimlerin kendisinden kaynaklanması özelliği ile buna imkân tanır… Eğer
bilinç, bir eylem hakkında, bir tek de olsa, herhangi bir iyi sebebi - otorite
sahibi bir teologun fikri gibi- gösterebiliyorsa, diğer teologlar çok ayrı
düşünüyor olsalar bile, o eylem tam bir vicdan huzuru ile yapılabilir.’’ (Hegel
1991, 127, §140)
Hegel
yalnızca akıl yoluyla kavranan böyle bir ahlaki sistemi hem içeriksiz, hem de
çok kolay kötüye kullanılabilir olması bakımından eleştirmektedir. Kant’ın
ahlaklı olmamızın gerekliliği üzerine bir haklı çıkarma sağlamayışı, kişisel
çıkarlar ile toplumsal değerler arasında bir bağ kurmaya çalışmamasından ileri
gelmektedir (Bezci 52).
Kant
bize akıl yürütmenin ışığında ödevimizin ne olduğunu bulabileceğimizi iddia
etmekten başka bir şey söylemez ve Hegel’e göre böyle bir iddia oldukça
temelsiz ve soyuttur. Bununla birlikte, Kant’ın bu biçimciliği, ahlak ile
yasallık arasında bir uçurum oluşmasına da neden olmaktadır. Bu yüzden, aklın
idesinden çıkarsanan böyle bir ahlak anlayışını Hegel eksik bulur ve ahlakın,
içinde yaşanılan toplumun ürünü olması gerektiğini savlar. Başka bir deyişle,
neyin ahlaklı sayılıp sayılamayacağını kendi aklımızdan hareketle değil, diğer
insanlarla olan ilişkilerimiz dolayısıyla öğreniriz. Bu yüzden ahlak
yasalarının kaynağı da içinde yaşadığımız toplumun gelenek görenek örf ve
adetleri, yani o toplumun etik değerleri ile ilgilidir.
Hegel’in
Kant felsefesine yönelik olarak ele alacağımız son eleştirisi, devletin
oluşumunun sözleşme ile açıklanamayacağına yöneliktir. Hegel’e göre Kant,
devletin tabiatının ve yasal oluşumlarının sözleşme unsuru olarak ele almakta
ve ona olumsal bir nitelik kazandırmaktadır, Oysa Hegel’e göre devletin
varlığının kurulum özsel bir nitelik taşır;
‘‘Demek
oluyor ki evlenme, sözleşme kavramına tabi kılınamaz. Gerçi Kant, Hukuk
Teorisinin Metafiziksel Elementleri‟nde böyle bir ilişki kurmuştu, ama açıkça
söylemek gerekirse, böyle bir şey tek kelimeyle utanç vericidir. Bunun gibi
devletin doğası da sözleşme ilişkileri çerçevesi içine girmez.’’ (Hegel 1991,
105, §75).
Hegel’e
göre Kant’ın ahlak felsefesindeki formalizm, devletin varlığı açısından da
tehlikeli bir yan barındırmaktadır. Çünkü Kantçı etiğe göre bireyler, ahlaki
bilince sahip olmaları bakımından otonom varlıklar olarak kabul edilirler ve bu
kabule dayanarak, devlet içerisinde neyin doğru kabul edileceğine, yasaların ve
kurumların nasıl olacağına, kendi bireysel arzuları ile karar vermek isterler.
Bu durum da dolaylı bir şekilde, yasalara karşı nefrete, etik yaşamın yıkımına
ve kamu düzeninin bozulmasına neden olur (Mertens, 670).Bununla birlikte Kant,
politik komünitenin her bir üyesini otonom yasa koyucu olarak düşünmek
gerektiğini ve buna bağlı olarak da politik toplumu, sosyal bir kontrat olarak
kavramsallaştırmanın gerekliliğini savunur. Hegel ise, sözleşmenin politik
topluluğun özü olarak görülmesine karşıdır ve devletin tezahürünün prosedürel
olarak değerlendirilmesine itiraz eder. Zira bu durum, tüm iradelerin kendisini
gerçekleştirdiği en yüce uğrak olması bakımından devletin kutsallığına zarar
vermektedir;
‘‘Devlet,
sivil toplumla karıştırılarak, onun spesifik gayesinin, kişisel mülkiyet ve
özgürlüğün güvence altına alınıp korunmasından ibaret olduğu düşünülecek
olursa, o zaman bireylerin çıkarı, kendi başına en yüce gaye, bireylerin
uğrunda bir araya geldikleri gaye halini alır ve bundan da bir devletin üyesi
olmanın keyfi bir şey olduğu sonucu çıkar. Oysaki devletin bireyle ilişkisi
büsbütün başka 19 türlüdür. Devlet, nesnel tin olduğuna göre, bireyin kendisi
ancak onun bir üyesi olduğu takdirde nesnelliğe, hakiki bireyliğe ve
ahlaklılığa sahip olabilir. Birlik içinde olma, başlı başına bireyin hakiki özü
ve hakiki gayesidir; kolektif bir hayat sürmek birey için bir kaderdir.’’
(Hegel 1991, 276, §258)
Hegel,
devletin oluşumunu gerekli ve zorunlu olarak görür, devletin varlığı olumsal,
keyfi ve sözleşmesel olmanın aksine bireylerin özgürlüklerini en yüksek
derecede gerçekleştirdikleri moment olarak, özgürlüğün en yüksek formudur;
‘‘Devlet,
nesnel ahlak İdesi‟nin fiil halindeki realitesidir- kendi kendisine açıkça
görünen, kendi kendisini bilen ve düşünen ve bildiğini bildiği için yapan
tözsel irade olarak ahlaki Tin‟dir. Devlet, örf ve adetlerde dolaysız olarak;
bireyin kendilik bilincinde, bilgisinde ve eyleminde dolaylı olarak mevcuttur.
Buna karşılık birey de devlette, kendi öz mahiyetine, gayesine ve eyleminin bir
ürüne bağlanır gibi bağlanarak onda kendi tözsel özgürlüğünü bulur.’’ (Hegel
1991, 275, §257)
Bilge Salur
Kaynakça : Süleyman Demirel Üniversitesi Yalvaç Akademi Dergisi (2016), sf. 16-19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder