T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

Bir matematikçi Öklid’in teoremlerini nasıl kabul ediyor ise, bir hukukçu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız yorum ilkelerini o şekilde kabul etmelidir. Öklid’in 'bir üçgende büyük açı karşısındaki kenar, diğer kenarlardan büyüktür' şeklindeki teoremi nasıl apaçık doğru ise, nasıl bu teorem 2300 yıldır bütün matematikçiler tarafından doğru olarak kabul ediliyor ve uygulanıyor ise, hukukta 'istisnalar dar yorumlanır' ilkesi de o derece apaçık doğru bir ilkedir ve bütün hukukçular tarafından doğru olarak kabul edilip uygulanmalıdır. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. - 2020/498 K. Tarih: 03.12.2020

5 Haziran 2021 Cumartesi

Hukuku Bilim Kılmanın Önemi

Hukuksal ve sosyal sorunlara yanıtlar aranırken bilimin kullanılması gerekliliği çok önceden beri yetkin bilim adamı ve hukukçular tarafından savunulmuştur. Büyük bir bilim adamı olan Karl Pearson, 1892 yılında yazdığı bir eserde kendi hayalini şu sözlerle ortaya koymuştur: Olguların sınıflandırılması ve bu sınıflandırmaya dayalı olarak kesin hüküm kurulması –bir başka deyişle hüküm kurulurken kişisel görüşlerden kaçınılması– esas olarak çağcıl birimin ereği ve yönteminin bir özetidir. Bilim adamı, kararını bozuk kılacak her şeyin üstündedir ve ileri sürdüğü düşünce, herkes bakımından olduğu gibi kendisi açısından da doğru olmalıdır. Olguların sınıflandırılması, onların sonuçlarını ve göreceli önceliğini tartma, bilimin bir fonksiyonudur. Yine, kişisel duyguların karıştırılmayarak olgulara dayalı olarak hüküm kurulması, bilimsel zihniyetin bir özelliğidir. Sadece bir sınıf fenomen ve bir sınıf çalışanlara ait bir özellik göstermeyen olguları inceleme sosyal ve fiziki problemlere uygulanabilen bir bilimsel yöntemdir ve bilimsel zihniyete sadece profesyonel bilim adamlarının sahip olduğu anlayışı yanlıştır (Loevinger, s. 11, 12).

Pearson’un söz konusu bakış açısı; 1895 yılında yazdığı bir eserde büyük hukuk adamı ve avukat Oliver Wendell Holmes tarafından da paylaşılmıştır. Holmes’e göre; ideal bir hukuk sistemi; koyutlarını ve yasalarının ussallığını bilimden alır. Holmes, kendi yaşadığı dönemde; geleneklere, üstü kapalı ifadelere, başka türlü olabilirliği dikkate alınmayan olgulara dayalı olarak kural konulduğunu ve söz konusu kuralların sanki aklın bir gereği gibi sorgulanmaksızın uygulandığını ifade etmektedir (Loevinger, s. 12).

Holmes bu konuya, hukuki gerçekçilik (hukuki realist) akımını benimseyen bir topluluğa yaptığı konuşmada yeniden değinmiştir. Bu toplantıda Holmes şu şekilde bir konuşma yapmıştır: kara kaplı hukuk kitaplarındaki bilgilere sahip olan kişi günümüzde rasyonel bir hukukçu olarak kabul edilebilir; ancak, geleceğin hukukçusu istatistik ve ekonomi alanında yetkinliği olan kişidir... Eğitimin gelişmesi ölçüm bilgisinin gelişmesini de gerektirir. Mantık ve bilimin dilini kullanmak, sözel hükmün yerini sayısal hükmün alması demektir... Hukukta çok nadir olarak mutlak sonul karar ve sayısal hükme ulaşırız. Çünkü bir davada hüküm verilmesini gerektiren yarışan sosyal erekler, hem davalı hem de davacı açısından belirli bir sayıya indirgenemez ve tam anlamıyla sayısallaştırılamaz. Bu durumda önemli olan husus; zamana göre değişen yarışan istemlerin ağırlığının dikkate alınması; eğer istemler sabit ise o sabit istemden eksik veya fazla olmamak üzere göreceli bir karar vermektir. Fakat iyileştirmenin temelini mümkün olduğu ölçüde doğru saptama yapabilmek oluşturur... Zihnimde hukukun sonul aşamada bütünüyle bilime bağlı olması yatmaktadır. Çünkü yarışan sosyal ereklerin göreceli değeri sonul olarak ancak bilimle ölçülebilir. Günümüzde hukuk, bilime bağlı olmadığından yarışan sosyal erekler arasındaki göreceli değer; kör ve bilinçsiz bir şekilde belirlenmekte; bu durum ise bir ilkenin sadece bir yönünün dikkate alınarak öbür yönünün dikkate alınmamasına ve böylece dar bir kalıba sıkışmaya yol açılmaktadır. Bu durumu, –kuşkusuz bilimi yaşamın her alanına hakim kılmak olanaklı olmasa da– istatistik ve diğer çağcıl yöntemleri kullanarak aşabiliriz. Bilimi yaşamın her alanına hakim kılmak, ulaşılması olanaksız, ideal bir istektir; ama ideal olmadan yaşamın ne anlamı vardır? (Loevinger, s. 12-13).

20. yüzyılda bilimde olağanüstü gelişmeler görülmüş; bilimdeki ilerlemeler sonucu birçok ürün ortaya çıkmış ve buna paralel olarak ortaya çıkan ürünlerle ilgili yasal ilkeler konulmuştur. Eğer 19. yüzyılda bilimin kaydedeceği gelişmeler hakkında yapılan öngörüler doğru olsaydı, bilimin bu zamana kadar en azından temel yasal problemlerin çözümünde bazı esaslı katkıları sunması gerekirdi. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse yasal veya sosyal problemlerin çözümüne bilim eğer varsa oldukça az bir katkı sağlamıştır. Gerçekte, bilim, gizli nitelikteki yasal veya sosyal problemleri ağırlaştırmış veya yeni sorunlar yaratmıştır (Loevinger, s. 13)

Ancak, bilimin bu başarısızlığının nedenlerini bulmak kolay değildir. Acaba bilim vermiş olduğu söz de durmadı mı? Biz bilim tarafından verilen yanıtları dikkate almadık veya kullanmadık mı? Önceki düşünürlerin bilim hakkında yaptığı öngörüler yanlış mı veya bilimin yöntemi sadece fiziki olgulara uygulanıp sosyal alanlarda işe yaramaz mı? (Loevinger, s. 12).

Bu sorulara açık ve haklı gerekçelere dayanan yanıt vermek kesinlikle kolay değildir. Bununla birlikte, Loevinger’in fikrine göre, bu başarısızlığın kısmi nedenlerinden birisi, bilimi çalışmalarında kullanmak isteyen kişilerin, bilime yanlış soru sorması ve ona yanlış görev vermesidir. Yazara göre, Aleattin’in sihirli lambasına işaret ederek cin çağırması gibi, bazı kişiler, bilimden sosyal politikaları ve siyasaları deney tüpü veya imbikten ortaya çıkarmasını beklemişlerdir. Bir başka deyişle, onlar, matematikçilerin logaritma, sinüs ve kosinüs tabloları ürettiği gibi sosyal bilimcilerin de yarışan hak ve çıkarların sayısal değerlerini hesaplayabilecek bir tablo üretebileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim yargıç Cardozo’nun düşlerini, yargının formülünü hesaplayabilmek için bir logaritma tablosunun yapılması süslemiştir. Kuşkusuz son yıllarda bilgisayarların gelişmesiyle bilim adamları yasal sorulara yanıt oluşturabilecek veya dava ve hukuksal sorunlara ne şekilde karar verileceği yönünde güvenilir tahmin yapabilen yazılım programları geliştirmişlerdir. Ancak sosyal bilimden istenilen beklentilerin karşılanması, yakın bir zamanda görülemeyeceği gibi uzak dönemde de büyük bir olasılıkla görülemeyecektir (Loevinger, s. 13).

Loevinger’e göre, sosyal bilimin istemleri karşılayamamasının kısmi nedeni; bilim ve hukukun farklı iş görüsü gereği her birisinin veri sağlama tarzının farklı olmasıdır. Daha somut bir deyişle; bilim olguları analiz etme ve kestirme üzerine odaklanırken, hukuk, davranışları sınıflandırma ve kontrol etme dürtüsüyle hareket eder. En basit ve yalın haliyle bilim betimleyici, hukuk ise emredici ve buyurucudur. Hukukun görevi yaşam ve işlemler için ölçüt koymak olduğundan normatiftir; buna karşın bilimin görevi, gözlenebilen olguları anlamaya ve kestirmeye yarayan veri ve ilke sunmak olduğundan açıklayıcıdır. Bununla birlikte, hukuk ve bilimin yapacağı sistemleştirme anlama ve öngörüye dayalı olduğundan ikisi arasında bir takım ilişki bulunmaktadır. Ancak hukukun işlevinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi sonucu; anlama ve öngörünün, her biri bakımından farklı olduğu anlaşılır (Loevinger, s. 13, 14).

Çünkü hukukun –sık sık ayrımlaştırıldığı üzere– kamu ve özel hukuk olarak iki düzeyde işlevi bulunmaktadır. Hukukçuların kamu hukuku olarak adlandırdığı hukuk dalı bilim adamları tarafından makro hukuk olarak adlandırılmakta ve söz konusu hukuk dalı; ülkeler arasındaki ilişki, sosyal gönenç ve güvenlik sisteminin kurulması, tüketicilerin, azınlıkların ve diğerlerinin korunması için genel ilkelerin konulması gibi alanlarda kamu politikalarının oluşturulması işiyle uğraşmakta; hukukçular tarafından özel hukuk olarak adlandırılan hukuk dalı bilim adamları tarafından mikro hukuk olarak adlandırılan hukuk dalı ise kişiler ve ticaret ile iş yaşamanın belirli durumlarını düzenlemektedir. Kişilerle ilgili durumlar kimi zaman makro nitelikte kamu politikalarının oluşturulmasına yol açtığından kamu ve özel hukuk arasında yapılan bu ayrım kesin değildir. Bununla birlikte yapılan büyük boyutlu hukuksal malzeme arasında ayrım yapmaya olanak sağladığı için kamu-özel hukuk ayrımının bir takım pratik faydaları bulunmaktadır (Loevinger, s. 14).

Hukuka katkı yapmak isteyenlerin temel ilgi alanı kamu veya makro hukuk alanında politika üretmektir. Bununla birlikte avukat ve diğer profesyonel hukukçuların temel ilgi alanı ise özel veya mikro hukuk alanında uğraşmaktır. Her iki hukuk alanında da karakteristik bir takım özellikler bulunmaktadır. Bir sorunla karşılaştığı zaman hukuk bir takım prensipleri kabul etmelidir. İlk olarak; bir amaç veya hedef belirlemelidir. İkinci olarak; araştırma ve soruşturma yöntemini oluşturmalıdır. Üçüncü olarak; maddi olayla ilgili veri sağlamalıdır. Dördüncü olarak; mantıki çatı veya genel düşüncesini (konseptini) düzenlemeli, beşinci olarak verileri analiz etmeli ve son olarak da karar veya hükmü formülleştirmelidir (Loevinger, s. 14). Bu zamana kadar bilim adamları tarafından hukuka yapılan en büyük katkı belirli olaylarda kanıt sunmaları; daha somut bir deyişle mikro hukuk alanında maddi veri sağlamalarıdır. Özellikle yaralama (müessir fiil) ve ceza davalarında bilim tarafından kanıt sağlanması durumlarıyla sık sık karşılaşılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde geçmiş yıllarda avukatlara verilen “Bilim ve Hukuk” seminerlerinde; kaza sonucu oluşan yaralanmaların boyutunu tam olarak doğru belirleyebilmek için gerekli olan adli tıp bilgileri verilmiştir. Yine suçluların belirlenmesi, yakalanması ve izinin sürülmesi alanlarında hukuk, bilimin; parmak izi, kan ve saç kılı örneği almasından, balistik, mikroskobik ve kimyasal analiz yapmasından, radardan, kan, nefes, psikiyatrik ve alkol muayenesi yapmasından yoğun bir şekilde yararlanmıştır. Yine hukuk, güvenilirliği tam olarak sağlanması koşuluyla bilimdeki gelişmeler sonucu ortaya çıkacak çağcıl aletleri de (örneğin ses izi makinesi) kullanacaktır. Yalan makinesi (poligraf) ve ifadelerin doğruluğunu ölçmeye yarayan diğer aletler, bazı durumlarda kullanılmasına rağmen onların yasal geçerliliği konusunda günümüzde bir takım kuşkular bulunmaktadır. Ancak, bu aletler bilim tarafından genel kabul görmesine paralel olarak hukukçular tarafından da genel olarak kabul edilecektir (Loevinger, s. 14, 15).

Günümüzde bilim ve teknolojide baş döndürücü tarzda hızlı gelişmeler görüldüğünden hukuk ve bilim birlikte çalışmalı ve birbirleriyle ilişki kurmalıdır. Sorun; birlikte çalışmanın veya ilişkiye geçmenin olup olmamasında değil, nasıl olacağı üzerinde odaklanmalıdır. Bunu sağlamanın bir yolu; hukuki sorunlara yanıt aranırken bilimsel yöntem ve verilerin kullanılması demek olan hukukmetri’nin (jurimetrics) kullanılmasıdır. Hukukmetri uygulamalarının hukukta bu zamana kadar oldukça az kullanılmasının bir nedeni, hukuk tarafından gösterilen dirençtir. Diğer nedeni ise, bilim tarafından hukukmetriye yapılan katkının oldukça az olmasıdır. Bu zamana kadar oldukça az olarak önemli ve kanıtlanmış bilimsel doğrular hukukçular ve politika oluşturanlar tarafından kullanılmıştır. Eğer bilim adamları mikro veya makro hukuka katkı sağlamak istiyorlarsa, öncelikle ilgili ve önemli nitelikteki bilimsel veri ve sonuçları hukuka sunmalıdırlar. Bu hususu gerçekleştirebilmek için her şeyden önce bilim adamı, bilim adamı hüviyetinde çalışmalı, hukuk ve diğer kamu yönetimi organlarında görev almamalıdır (Loevinger, s. 22). Bu açıklamalardan sonra, hukukmetrinin de temelini teşkil eden istatistiğin hukuk bilimindeki önemi aşağıda ayrıntılı bir şekilde açıklanacaktır.

Hasan Dursun

Kaynakça : Türkiye Barolar Birliği Dergisi S.64 (2006), sf. 264-268

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bilimsel Araştırmada Etik Problemler

Geçmişten günümüze insanlık tarihi boyunca bilimsel araştırmalar insanlığın çizgisine yön vermiştir. Yapılan araştırmalar kimi zaman insanlı...